“ İKİ 12 EYLÜL: YASA/KHK/ANAYASA ”

- Devamı için tıklayınız -

Kİ 12 EYLÜL: YASA/KHK/ANAYASA

İbrahim KABOĞLU

Bazı basın-yayın kuruluşlarının kullandığı demokratikleşme ölçütlerine girmiyorum. Protokol düzenlemesi, onları hayli meşgul etti: Türkiye’de sivilleşme ve demokratikleşme, masa ve protokol düzenine indirgendi. Burada öncelikle iki noktaya dikkat çekilebilir:

-Bu düzenlemeleri bugüne kadar -en azından son on yıldır- gerçekleştirmeyi kim engelledi? Anayasa aynı; yöneticiler aynı. Yoksa âmirler, düzenlemeyi, alt kademedeki memurlardan mı bekledi?

-Oturma ve protokol düzenine bu kadar kafayı takmak, örtülü olarak bir askerî zihniyeti yansıtmıyor mu? Oysa, sivil ve demokratik anlayış için, protokol pek istisnaidir. (Şu da var: mevcut düzenlemede askeriyenin sıra düzenine takmış olan zevat, yeni protokolde Diyanet’in yerine de bakacak mı? “Asker kışlaya” dediği gibi, “imam camiye” diyebilecek mi?)

Bugün üzerinde duracağım konu şu: son üç ayda kanun hükmünde kararname (KHK) yoluyla yapılan düzenlemelerin anlamı. Bunu teknik açıdan değil, anayasal ve siyasal düzlemde ele alacağım.

KHK: nereden nereye?

Üç boyutuyla: gelinen yer, içinde bulunduğumuz ortam ve gelecek bakımından.

1) Nereden gelindi?: Bilindiği gibi KHK’lar, Anayasa’ya 1971 değişikliğinde girdi. Hani, “vesayetçi” olduğu için sürekli eleştirilen 1961 Anayasası’nda yoktu. 1982’de ise, KHK alanı genişletildi; buna bir de Olağanüstü Hal KHK’ları eklendi. 1982 Anayasası döneminde, KHK uygulamaları çok eleştirildi. AKP Hükümetleri, KHK uygulamasına gerek görmedi; TBMM’deki çoğunluğu, yasa tasarılarının virgülüne bile dokunmaksızın oyladı çünkü… (Aykırı sesler, 2007 seçimlerinde saf dışı edildi, onların yerine tercih edilen “soldan devşirme”ler ise, çok kolay “asimile” oldu…)

2) Mevcut ortam: Hükümet, 3 Mayıs 2011 gün ve 6223 sy.lı Yetki Kanununa dayanarak; “sözleşmeli personelin kadroya geçirilmesi” hakkında, 04.06.2011 gün ve 632 sy.lı KHK’dan “gıda tarım ve hayvancılık bakanlığı” hakkında 27.08.2011 gün ve 651 sayılı KHK’ya kadar tam 20 ayrı düzenleme yaptı. Üstelik, bunların çoğu “torba”…

Bunlara ve siyasal ortama ilişkin üç saptama: -İdarî ve siyasal yapı bütününü ilgilendiren KHK’lar içerisinde teknik ve düzenlemeye ilişkin hususlar yanında, temel politik tercihlere ilişkin olanlar da var. Öyle ki, bunların bir kısmı, 1982 Anayasası’na bile aykırı; diğer bir kısmı ise, yeni anayasaya giden yolu gölgeleyebilecek nitelikte…

-Bu düzenlemelere paralel olarak, yeni anayasa için girişimler yoğunlaştı.

-Türkiye ve bölgede şiddet ve savaş tırmandı, ivme kazandı ve yaygınlaştı. Hükümet ise, Bölge ülkeleri üzerinde yoğunlaştı: Suriye, Libya ve İsrail. Öyle ki, sanki şehit cenazelerinin geldiği yerler buralar ve T.C. vilâyeti imiş görüntüsü verildi.

3) Gelecek açısından: “İki 12 Eylül ve Anayasalar” ise, yarının çağrışımı: 1982 Anayasası yazılırken, birçok yasal düzenleme de yapıldı; anayasal zemin, büyük ölçüde bu temel yasalarla hazırlandı. (“Seçilmiş yönetimler”, bu temel yasalarda köklü değişiklikler yapmadı.)

Geçen 12 Eylül’de ise, 2010 Anayasa değişikliği oylandı. Buna başlıca itiraz şuydu: onaylanırsa eğer, bu değişiklik yeni anayasanın yolunu tıkar. Tersi görüşü savunanlar, “evet” dedi. Hangisi doğru?

-AKP Anayasa Komisyonu, “değişikliklere dokundurtmam”! dedi.

-AKP Hükümeti’nin tercihi, KHK’larla, erkler ayrılığı yerine, “çoğunluğun tekeli” yönünde oldu.

-Yetki yasası ile bazı KHK’lar üzerinde denetim yapacak olan Anayasa Mahkemesi’nin kararı merakla beklenirken, 2010 Anayasa değişikliği ürünü olan Yargıtay Başkanı N. Kaynak, adlî yılı açış konuşmasında, Anayasa md. 66’daki “Türklük” tanımı değişmez! Dedi.

Genelkurmay Başkanı İ. Başbuğ, “Türkiye halkı” demişti, Nisan 2009’da. Şimdi, üniformalı bir komutanın “ahali”yi gören konuşmasıyla, insan hakları ve eşit yurttaşlık temelinde karar vermek durumunda olan cüppeli bir yüksek yargıcın, üstelik yeni anayasa adına konuşmasını yan yana getirin…

Koyalım adını

Eğer anayasa çalışması, bütün bu yapılanların ışığında ve uzantısı olarak kotarılacaksa, bundan yeni bir anayasa değil, sadece, “iktidar merkezli yeni bir anayasa değişikliği” çıkar.

“Hayır, biz bunları dikkate almayıp tamamen yeni bir anayasa yazacağız” diyorsanız, o zaman bütün bu yapılanları nasıl açıklıyorsunuz? Üstelik, 12 Haziran seçimleriyle oluşan TBMM’yi anayasa yapma yetkisine sahip “aslî kurucu iktidar” olarak görüyorsunuz. Aslî görevi olan yasa yapma yetkisini bile elinden aldığınız TBMM’ye anayasa yaptıracaksınız! Acaba buna inananlar mı çoğunlukta, yoksa inanır gibi görünenler mi?

Yoruma kapalı.