İnkâr yasağının “berisi”

İnkâr yasağının “berisi”

Volvic, Fransa’da yaygın bir kaynak ve maden suyu adı. Sadece su adı olmadığını ilk kez 1988 başlarında, bir yüksek lisans öğrencisinin, Ermeni sorununa ilişkin açıklamalarıma, “ne diyorsunuz sayın profesör? Ben Güney Fransa’dan, Volvic’ten geliyorum; dağlık bir yöre ve nüfusunun büyük çoğunluğu Ermeni. Yaşadıkları acıları ve dramı yakından biliyorum…” sözleriyle tepki verince öğrendim. Tartışma, haliyle bütün salona yayılıyor.

Yine Limoges Üniversitesi’nde, bu kez 21. yüzyılda, “Türkiye’nin AB’ye Girişi” konulu tartışmalı konferans (16.11.04). Doçent J. L. Clergerie, coğrafya, soy, din ve kültür ekseninde Türkiye karşıtı iddialarının yanıtını alınca, “soykırım kartı”nı masaya koymada du-raksamıyor. Yahudi soykırımı ile Ermeni sorununun birbirinden farklı olduğunu, karşılaştı-rılabilir olmayan konuları aynı kefeye koymanın bilimsel etiğe aykırı olduğunu vurguluyorum. Sonunda izleyici Fransızlar da “önce kendi günahlarımıza bakalım” sözleriyle kendisine tepki gösteriyor…

“Doktora öğrencisi olduğum hukuk fakültesinin uzun yıllar dekanlığını yapmış olan sizden, Ermeni soykırımını tanımayan Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki tavrınızı öğrenmek istiyorum” diyen Ermeni, aynı zamanda, R.Descartes Üniversitesi (Paris s)’nin, ‘Türkiye ve Avrupa’ panelini düzenlemesine karşı çıkıyor (21.1.05).

Bu kez Paris 12 Üniv. Hukuk Fakültesi’nin 1. sınıf öğrencilerine, Türkiye eksenli karşılaştırmalı anayasa hukuku dersi vesilesiyle özellikle insan hakları alanında yaptığımız reformları anlatıyorum (Mart 2005). Sorular ve tartışmalar kısmında bir genç kızın, “Sayın profesör, madem ki Türkiye o denli önemli reformlar yaptı ve ilerlemeler kaydetti, neden Ermeni soykırımını tanımıyor?” sözleri, büyük amfiye yayılıyor.

Bunlar, yirmi yıllık konuk öğretim üyeliği boyunca, yüzlercesi arasında sadece birkaç tanıklık… Kamuya açık panel ve konferanslar dışında, dersler sırasında hitap ettiğim gençler, 18-25 yaş dilimi içerisinde. Yaygın kanaat, hatta inanç, “Ermeni soykırımı”nın yaşanmış bir olgu olduğu şeklinde. Bizden beklenen, bunu tanıyarak acıyı paylaşmak kalıyor.

Gerçi bilgi paylaşımının yararı yok değil. Örneğin Paris 12’de “Osmanlı Kurumları” üzerine 15 saatlik Hukuk Tarihi doktora dersi deneyimi kayda değer. Kuşkusuz böyle bir etkinlikte nesnel olma çabası ve kullandığınız malzeme belirleyici…

Amacım belli: Bir hafta önce Fransa Milli Meclisi’nde oylanan ve “soykırım olmadı” diyenlere karşı hapis ve para cezaları öngören bir yasama sürecine tepki koyarken, bu sonuca götüren toplumsal ortam ve koşulları da hesaba katma gereğine dikkat çekmek. Özetle, yasama süreci, sadece belli bir seçmen topluluğunun oyu veya lobi çalışmasıyla veya konjonktürel bir durumla açıklanabilecek bir sonuç değil.

Nasıl ki bizde, “soykırım olmadı” şeklinde genel ve yaygın bir kanaat varsa, orada tam tersi yönde bir inanç var; önemli bir farkla: orası, görsel-işitsel bilgi ve belgelerle süreklilik ve yaygınlık temelinde oldukça donanımlı; burada ise, daha çok, “Türklerin soykırım yapmayacağı” yönündeki kanaatten beslenen inanç yaygın.

Ne yapmalı? Yanıtı haftaya bırakırken, Fransa’daki yaptırımın hapis ve para cezasına indirgenmemesi gerektiğini, ancak öte yandan bizim de yapacağımız şeyler olduğunu belirtmekle yetiniyorum şimdilik. Çünkü sorun, “soykırım olduolmadı” söylemine indirgenebilecek basitlikte değil. Bu nedenle, böyle bir kısır döngüden çıkmada fikri çabanın payı gözardı edilmemeli…

Yoruma kapalı.