“ On yıl ve on yılı ”

- Devamı için tıklayınız -

Yeni yıldan beklentiler, kutlamalar, esenlik dilekleri, geçeni aratmaması ve yeni umutlar yaratması… İki bin on’dan ne bekleyebiliriz veya hangi temennileri gerçekleştirilebilir görüyoruz? İkinci bin yılın ilk “on yılı” biterken, “ikibin on” yılı için ne söylenebilir? Dünya ve ülkemiz için yoğun, hareketli ve yüklü bir on yıl. Gerçi, “demokrasi Türkiyesi”nde on yıllık zaman dilimlerinin her biri kendine özgü ve olumlu/olumsuz önemli olaylarla yüklü…

1960’lara damgasını vuran 27 Mayıs darbesi ve 1961 Anayasası, ‘70’li yıllara damgasını vuran 12 Mart muhtırası, Anayasa’nın otoriter anlamda değiştirilmesi; siyasal istikrarsızlığın ve derin toplumsal bunalımların damgaladığı on yıl… ‘80’ler, darbe ve askerî yönetimin damgaladığı on yıllık zaman dilimini ifade etse de, etkileri günümüze değin uzanıyor; özellikle “capcanlı” anayasal kurumlarıyla ve miras bıraktığı “Türk-İslam sentezci” bakış açısıyla. Ya son on yılın belgeseli yapılsa?

ARALIK ’99 NE İFADE EDER?

Koalisyon hükümetleri ve siyasal istikrarsızlık, 28 Şubat süreci zincirinde ‘90’lı yıllar tükenirken, 11-12 Aralık zirvesinde Avrupa Konseyi, Türkiye’nin AB’ye adaylığını kabul etti.

2000’li yıllara yönelik umut, “Avrupalılık tescili” veya “tam üyelik”ten çok, bu sürece yüklenen “kaldıraç işlev”e bağlanabilirdi.

Gelişmeler de bu yönde oldu: uzunca zamandır tartışılan bazı sorunların Anayasa yoluyla aşılması, 2001 ve 2004’te mümkün olabildi. Bunlar arasında, idam cezasının ve DGM’lerin kaldırılması, m.90’da yenilik, belirtilmeye değer.

Anayasal iyileştirmelerin yasalara yansıtılması amacıyla hazırlanan uyum yasaları, üç yıllık zaman dilimine yayıldı. Tabulaştırılan alanlarda sağlanan kısmî açılımlar bile kayda değer. Ne var ki, bunlar Aralık 2004’te Avrupa Konseyi’nin bu kez, AB ile müzakere sürecini başlatma kararı almasıyla durdu.

ARALIK 2004 NE İFADE EDER?

Bunun anlamı şu: AB ile tam üyelik sürecine girilmeseydi, 12 Eylül yönetiminin mirası olumsuzlukları aşmak amacıyla değinilen reformlar gerçekleşmeyecekti. Müzakere kararıyla reformların durması, aynı zaman dilimine rastlıyor.

Müzakere sürecinde, diğer adaylara göre ülkemize çifte standart uygulanmasına öfkelensek de, başlıca tesellimiz, iki binlerin ilk beş yılında İnsan hakları (İH) alanında atılan olumlu adımlar.

Nitekim, 2005’ten bu yana esen İH karşıtı rüzgâr, yıllar ilerledikçe yayıldı ve 2009 sonunda ülke bütününü kaplar hale geldi. Düşünce özgürlüğünden grev hakkına, kişi güvenliğinden çevre hakkına uzanan İH halkalarında bir tür “ihlâller kaneviçesi” işlendi. Olağanüstü ve sıkıyönetim uygulamalarını çağrıştıran manzaralar bile var. Örneğin, DTP’li belediye başkanlarının kelepçelenmiş toplu görüntüleri, belleklerden silinecek gibi değil… Özetle: son beş yıl Türkiyesi, İH ihlâlleri yanı sıra şiddetin de, yatay ve dikey ilişkilerde giderek yaygınlaştığı bir dönem oldu.

YA ARALIK 2009?

Olumlu gelişmeler yok mu? Usul hatalarına rağmen, Kürt sorununa yönelik “demokratik açılım” tıkanmış görünse de, yeni bir dönemin eşiğine işaret ediyor. Yine, son haftalarda gündemden düşmüş olsa da, “Ermeni açılımı” kayda değer: başarıya ulaşması, Türkiye’nin uluslararası toplum önündeki saygınlığı bakımından son derece önemli.

Bu olumlu adımları atan hükümetin, tam tersine, baskıcı uygulamasına rağmen kamu görevlileri ve işçilerin örgütlü direnişi, anlamlı ve sağlıklı. Bunlar, 2010’da öne çıkacak sosyal taleplerin işareti… (Oysa, Güneydoğu sorununun çözümü için, “sosyal haklar açılımı” da gerekli. Demokratik açılım derken, örgütlü sosyal hak taleplerinin bastırılması, hükümet açısından açık bir çelişki.)

Asker-sivil ilişkisinde; eğer yine politik çekişmelere ve iktidar mücadelesine kurban edilmez ise, “Özel Harp Dairesi”ndeki arama, hukuk devleti yolunda somut bir adım olarak görülebilir…

Buna karşılık, hukukî bağışıklık yönünden siyasetçilerin statüsü 2010’da süreceğe benziyor. Seçime yönelik olası siyasal hamleler de eklenirse, bir süre daha hukuk devleti ve demokrasinin uzağında duracağımız öngörülebilir…

Şunlar sorulabilir:

•Yeni siyasal oluşumlar, mevcut kısırdöngünün aşılmasına katkıda bulunabilecek yoğunluğa dönüşebilir mi?

•Sivil anayasal birikim, seçim arifesinde siyasal gruplar üzerinde baskı yaratacak bir kıvama ulaşabilir mi?

Şunlar temenni edilebilir:

•Kendi sorunlarımızı çözebilecek birikim ve dinamiği gözönüne alarak,

•Siyasal örgütlenme ve iktidarın ortak geleceğimizin bir aracı olduğu bilincinde olarak,

•Şiddet söylem ve yöntemini tamamen gündem dışı tutarak, bütün sorunlarımıza tartışma-müzakere yoluyla çözüm üretmek.

Sağ/sol, Türk/Kürt, Alevi/Sünni, laik/anti-laik vb tüm kutuplaşmalar yerine, “İnsan hakları ideolojisi”nin yeşerdiği yeni bir yıl umuduyla…

Yoruma kapalı.