“ Yarım kalan onarım: Tamamlamak mı yoksa...? ”

- Devamı için tıklayınız -

Türkiye, hukuk devletini anayasal düzlemde 1961’de kurdu; doğru dürüst uygulamaya koyamadan sadece 19 yıl sonra yıktı. Bir süre sonra onu yeniden onarıma koyuldu (1987-2004). Onarımın sürdürülmesi ve hatta tamamlanmasını umut ederken, neredeyse 2004’te gelinen aşamayı bile arar hale geldik.

YIKILIŞ VE ONARIM

1979, ülkemizin en karanlık ve bunalımlı yılı: cinayetler zinciri, faili meçhul ve saydam. Kaos, anarşi ve terörizm: darbe için mi yaratıldı yoksa darbeyi meşru kılmak için mi bastırılmadı? Ayrı bir konu.

1980 darbesi ve -diğerleri arasında- hukukta sil baştan dönemi: önce mevzuat hazırlandı; Anayasa ise bunlara dayandırıldı, Geçici 15. maddesi ile, 80-83 dönemi için “hukuki dokunulmazlık zırhı” yaratıldı..

1987’de başlayan anayasal tamirat, eksikleri ve çelişkileri ile de olsa 2004 yılına kadar devam etti. Mesela Geçici 15. md., ancak 2001’de ve kısmen kaldırılabildi.

2004’te ülke anayasal açıdan bir yol ayrımına gelmişti: yapılan iyileştirmeler, bundan böyle kurumsal yönüyle takviye edilmeliydi. Ne var ki, değişiklik yoluyla 1982 metninin sınırları yok değildi ve artık yenileme zamanı gelmişti. Bu yolda 1990’larda başlayan çalışmalar, yeterli bir birikim ve zemin de hazırlamıştı.

Üstelik, 1987 süreci, Avrupalılaşma ötesinde, özellikle insan hakları alanında uluslar arası standartlara ulaşma kapılarını açmıştı. Bunlar da yeni bir atılımın itici gücünü oluşturabilirdi…

YIKINTIYA DÖNÜŞ MÜ?

Ne var ki, 2007 ve 2008 Anayasa değişiklikleri, tersi yöne dönüşü işaret ediyordu. Cumhurbaşkanını seçim tarzında değişiklik, 82’nin siyasal rejime ilişkin çok tartışmalı konusunu geleceğe yönelik olarak belirsiz bir yörüngeye sokuyordu…

“Türban değişikliği” ve yarattığı gerilim ise, yargısal boyutlarıyla birlikte yine geleceğe dönük bir bunalımın öncülü görünümünde.

Şu bile öne sürülebilir: nasıl ki 1982 Anayasası, Osmanlı’dan bu yana parlamenter rejim ve insan hakları yönünde görülen evrimci çizgiye bir tepki ise, 2007-2008 değişiklikleri, onarım sürecinde bir kopuş ve karşı dalgadır; hatta, 1982’den bile geriye gidiş…

Bütün bunlar, insan haklarına dayalı bir demokratik rejim özlemi çeken Türkiye demokratlarını neredeyse şöyle bir eşiğe getirdi: Hükümet ve TBMM’deki çoğunluğuna karşı;”daha ilerisini beklemek bir yana, Anayasayı, onarımın gerisine götürmeyin, hatta 1982 metnine bile razıyız, yeter ki, onu rejime ilişkin bunalımlar yaratacak şekilde siyasal araç olarak kullanmayın…”

DEĞİŞEN VE DEĞİŞMEYEN

Otuz yıl öncesine göre, ‘acaba Türkiye’de neler değişti?’ Olumlu anlam yüklendiğinde değişenlerin değişmeyenlerden daha fazla olduğu söylenebilir mi?

Yurttaş olarak, kişisel güvenliğimiz yoktu; şimdi ne kadar olduğu tartışılabilir, ama hukuki güvenlikten söz edilebilir mi?

Siyasal olarak, TBMM’nin rejim içersindeki ağırlığı ve etkisi, 30 yıl öncesine göre daha ileride değil. Oysa son yıllarda demokratik rejim öngören anayasalarda yapılan değişiklikler, parlamentonun saygınlığını pekiştirme yönünde…

Otorite yönünden; o zaman sivil makamların güç zaafı nedeniyle sıkıyönetim vardı; şimdi ise sivil yönetimler güçlerini anayasadan alıyor…

AŞAĞI NORMANDİYA’DA ANAYASA…

Manş denizi kıyısındaki Aşağı Normandiya, Fransa’nın 22 bölgesinden biri. Başkenti Caen. Paris’te üç ayrı üniversiteye yayılan yoğun ders ve konferans programı nedeniyle Caen Üniversitesine sadece iki gün ayırabildim ve Hukuk Fakültesi birinci sınıf öğrencilerine Türkiye’nin anayasal düzenini özetlemeye çalıştım: ‘tarihçe, günümüz ve geleceği’.

Öğrencilere soru sorma olanağı bile veremeden Nisan ayı için randevulaştık…

Limoges’da 1979’da, “Türkiye- SSCB” ilişkisi üzerine konuşmam amacıyla ilk kez kürsüye çıkarılmıştım.(…)

Dün gece uçakta belleğim, otuz yıllık zaman tüneline kaydı: neler değişti, neler devam ediyor?

-Kişisel olarak; ilk kürsüye çıkış amatörce idi; Caen’daki ilk ders ise, profesyonelce…

Öğrenciler yönünden; karşımda tavana doğru dikleşen amfide bilgisayar kullanarak ders notu tutan öğrenci sayısı hayli fazla idi. Gözüm, çaktırmadan sakız çiğneyen birkaç öğrenciye iliştiyse de, kulağımda kalan ses, amfi yamaçlarından kürsüye inen klavye tıkırtıları…30 yıl önce bunu tasavvur bile zordu.

-Türkiye açısından; Sovyetler Birliği artık tarihe karışmıştı. Ama Caen’da Türkiye’nin anayasal düzeni dersinde, 20 yıl önce Limoges ders notlarım hayli kolaylık sağlamıştı.

Bana sadece, onarım dönemindeki ilerlemeleri kaydetmek düşüyordu. Zorluk geleceği öngörebilmekte idi, özellikle CB halk tarafından seçildikten sonra ortaya çıkabilecek farklı senaryolar bakımından.

Gerçi Putin ve Medvedev ortak geleceğini güvenceleyen Anayasa değişikliği yönünden, Rusya Federayonu ile Türkiye Cumhuriyeti arasında paralellikler kurulabilirdi. Ancak buralara girmeye hiç gerek yoktu. İyi ki, bu kez dersimin başlığı “Türkiye’nin anayasal düzeni idi…

Keşke, onarıma özlem duyma yerine yeni bir anayasal düzen umudu filizlenebilseydi!

Yoruma kapalı.