“ Kürt değil, Türkiye sorunu ”

- Devamı için tıklayınız -

Bir hatırlatma: “Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil kullanılamaz…” (1982 Any.,m.26/III).

Bu yasak kaydı 2001 Anayasa değişikliği ile kaldırılıncaya kadar, özellikle İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi etkinliklerinde şu görüşü dillendiriyordum: “ bu yasağa Kürt kökenli yurttaşlardan çok anadili Türkçe olanlar karşı çıkmalı…”.

Yüzkızartıcı yasağın kaldırılmasında terör ve şiddet, geciktirici bir ortam yaratmadı mı? Daha çok barışçı demokratik mücadele etkili olmadı mı? Tartışılabilir; ama belirleyici olan,“Avrupa kaldıracı”.

“Türkiye” karşıtı iki uç…: 17 mart 2007 günü Diyarbakır’da, Baro ve H.Böll S. Derneği’nin düzenlediği Anayasa toplantısı, bir dinleyici için “Azınlık Raporu” na karşı çıkma vesilesi yaratmıştı: Türkiyelilik kimliği savunulamazdı, çünkü “Türk” vurgusu vardı bunda. Ankara’dakilerin ise, “iye” ekine tepkilerini hatırlatarak, her iki tarafın uç milliyetçilerini rahatsız ettiğine göre, demek ki yaptığımız “doğru”, dedim. Biri soneke, diğeri öneke karşı çıkan ve ülke adında bile buluşamayan iki uç için çözüm, onu (Türk’e) indirgemek veya (Kürt’ü) eklemekten geçiyordu.

Aktütün’ün kara dumanı ağır: Aktütün sınır Karakolu’na yapılan saldırıyı, konunun uzmanları çok yönlü olarak değerlendirmek durumunda. Uluslararası, diplomatik ve askeri yönleri ağır basan vahim bir sonuç. Savaş mı, terör mü? Her ikisi de…Askeri zaaf mı, coğrafyanın gazabı mı, içerideki işbirlikçilerin kolaylaştırıcılığı mı? Bunlar çok konuşulacak ve yazılacak..

Bilinen sonuç: 17 askerin ölümü. Saldıran taraftan 23 ölü…

Saldırıya uğrayan askerler, mecburi vatani hizmetini yapıyor ve masum. Hepsi ülkenin dört bir yanından, yani Türkiyeli. Saldıranların bir kısmı Türkiyeli bile değil.

DTP’lilerin tarihi sorumluluğu: Olay, sadece ne terör lanetlemesi ile geçiştirilebilir, ne de Kürt sorunu ile meşrulaştırılabilir. Birincisi, daha çok devlet görevlilerinin Türkiye toplumunu oyalama taktiği; ikincisi ise, Kürt siyasetçilerinin örtülü de olsa şiddeti özendirici konumu…

Bu topraklar hangi saptırmalara tanık olmadı ki? “Bana, sağcılar adam öldürtüyor dedirtemezsiniz”den “islamcı terörist olmaz”a…Bu tür sorumsuz yaklaşımlar, büyük acılar yaşatmadı mı?

Bu nedenle, DTP yetkilileri,” üzüldük, acı duyduk” vb. çekingen açıklamalar veya “Kürt sorunu çözülmeden bunlar devam eder” türünde bir söylem yerine çok daha açık tavır koyabilmeli:

-Silahlı -ve hele hele Aktütün gibi dışarıdan gelen- saldırılara açıkça karşı çıkmalı. (Aksi halde, sadece sınır ötesi harekâta karşı durmanın hiçbir inandırıcılığı olmaz.).

-Yine, gençlerin dağa çıkmasına karşı kesin bir dil kullanmalı. “Zaten PKK ile içiçe halkımız” demek başka, dağa çıkışı doğrudan ya da örtülü olarak özendirici tavra sürüklenmek başka şey. Tek bir kişinin hayatının bile ne kadar değerli olduğunu, “ haklar toplumu”na inananlar hiç akıldan çıkarmamalı.

-Buna karşılık seçmenlerine, “madem ki bizi TBMM’ye gönderdiniz, o halde biz yetkimizi sonuna kadar kullanma yollarını zorlayalım, henüz bu görevin başındayız, biraz sabredin!” diyebilmeli.

Çözüm için….: Amacım, çözüm önerilerini sıralamaktan çok, yol ve yordam üzerine dikkat çekmek. Kürt sorunu, aslında bir Türkiye sorunu. Bu nedenle, Kürt kökenli olmayan yurttaşların çözüm üretmeleri, daha makbul ve gerekli. Bu Kürtlerin çözüm önermeyecekleri anlamına gelmez; ama yalnız başına bu yetmez. Türkiye demokratları ve insan hakları savunucuları seslerini daha gürleştirmeli, ama daha nötr bir biçimde ve yapıcı yönde..

Özgürlük mü, iktidar mı?: Diyarbakır’daki soruya yanıtı, “siz özgürlük mü, yoksa iktidar mı istiyorsunuz?, özgürlükse, yanınızdayım; iktidar ise, onun çözüm yeri burası değil!” sözleriyle noktaladım. Bu ikilem, göz ardı edilmemeli.

“İktidar elde edilmeden özgürlük olur mu?” sorusu tartışılabilir kuşkusuz. Ama Türkiye’nin durumu, açık bir fikir vermiyor mu? İktidar fazlasıyla her yerde hazır ve nazır: Başbakanın ve Genelkurmay Başkanı’nın konumu yeterli gösterge değil mi? Ne var ki, Aktütün saldırısı sonrası ibre, yine güvenlik adına özgürlüğü kısmaktan yana. Bu, 12 Mart ve 12 Eylül anlayışını çağrıştırmıyor mu?

“İktidar-özgürlük” ikilemi konusunda Kürt dostlar, “o bizim sorunumuz” diyebilir mi? Hayır, çünkü insan hakları hepimizin sorunu , özellikle İH savunucularının…Bu nedenle doğuya gittikçe daha çok depreşen “iktidar kültü”nü sorgulamak da gerekli. Çünkü, Kürt sorunu ile Türkiye sorunu içiçe: “insan yaşamı”na değer vermeyen bir anlayışla “haklar toplumu” inşa edilebilir mi? Unutmayalım: onca birikime karşın, Avrupa zoru bile, hak ve özgürlükler yolunda kaplumbağa hızına ulaştıramadı bizleri.

Yoruma kapalı.