“ Kendimize saygı duyalım ama kendimizi dışlamayalım’ ”

- Devamı için tıklayınız -

“İktidarın olduğu yerde insan hakları sorunu da vardır.” Bu Japon deyişi, “iktidar-özgürlük ilişkisi”ni özetler.

Geçen hafta, “Kürt değil, Türkiye sorunu” başlıklı yazımda, daha çok Kürtlerin sorumluluğunu vurguluyordum. Hak öznelerinin sorumluluğu, mücadele yoluyla elde edilmesi umulan haklar için de geçerli.

Ama hangi haklar? İnsan hakları mı, yurttaş hakları mı? Hukuk devletinde bütün yurttaşlar hem hukuk önünde, hem de hak ve özgürlükler bakımından eşit. Böyle bir eşitlik, anayasal yurttaşlıktır.

İnsan hakları-yurttaş hakları ayrımı ise, hakları talep çerçevesinde önem kazanır. Kürtler ne tür haklar istemekte? Kürt gerçeğini tanımak, neye tekabül eder? Kimlik, neleri kapsamına alır?

Azınılık statüsü talep edilmiyor, dillendirildiği kadarıyla. Şu halde, daha azı mı, yoksa daha çoğu mu isteniyor? Daha azı, kültürel kimlik çerçevesinde yer alır. Dil, bunun en önemli aracı.

Daha çoğu ise, “Türk-Kürt” eşitliği ekseninde yeniden yapılanma. Ya da belli gruplara göre, ayrılma. Bunların öne sürülmesi, fikir özgürlüğü çerçevesinde mümkün; ancak, yerindeliği ve gerçekleşme olasılığı ayrı sorunlar.

Temmuz 2007 seçimlerinden sonra DTP’lilerce dillendirilen “demokratik özerklik”, ne anlama gelir? İçeriği tam olarak doldurulmuş olmasa da, üniter devlet ile federal devlet arası bir duruma işaret eder: bölgeli devlet bağlamında örgütlenme.

Böyle bir açılım, azınlık statüsü tanınmadan sorunun çözümüne katkıda bulunur mu? Tartışılabilir. Fakat, Türkiye’nin aşırı merkeziyetçi yapısının esnetilmesi gereği, haklı olarak öteden beri savunulur. Avrupa’daki benzerlerinin yaptığı gibi, “bölgeli yönetim” ihtiyacı açık. Diğer nedenleri de unutmaksızın, bu yönde atılacak adım, kültürel kimlik sorununa nefes aldırabilir. Fransa, İtalya, İspanya ve Birleşik Krallık deneyimleri, Türkiye gerçekleri ışığında esin kaynağı oluşturabilir.

Dil, ilk şart ve öncelikle bir kültürel patrimuvan olarak anlaşılır, yoksa siyasal talep şeklinde değil. Dil, farklı etnisite sorunlarının çözümünde düğüm noktası. 3 Ağustos 2002 tarih ve 4771 sy.lı yasa, bu konuda önemli bir açılım yaptı. Bu yasa, Türkçe dışındaki anadillerin öğrenilmesi ve bu dillerde yayın konusunda önemli bir uygulama aracı oluşturabilirdi. Kamu makamları ve TRT tam tersini yaptı; yasal açılım konuyu dejenere etme fırsatı olarak algılandı. Mesela, Lazca yayın için yapılan başvuruya iki yıldır cevap bile vermeyen TRT, dinsel programlara giderek ivme kazandırıyor, İran ile birçok program değişim anlaşmasına kadar.

Şu halde ilk koşul, Hükümet ve onun siyasal ve dinsel propaganda aracı haline gelen TRT’nin anadillerde yayına ilişkin yasakçı ve yasaksavıcı tavırdan vazgeçmesi.

Anadili öğrenmenin resmi yollarını açmak ise, ikinci koşul. Yer adlarının iadesi, kültürel kimliğin temeli. En hassas ve ciddi konu ise, anadilde eğitim. Bu konuda, Lozan Antlaşması, Avrupa Bölgesel veya Azınlık dilleri Şartı ile Ulusal Azınlıkların korunmasına ilişkin Çerçeve Sözleşmesi, ölçü alınabilir.

Eşit haklar ve artı haklar: Aslında, dil-yayın ve eğitim artı haklar oluşturur genel insan hakları yanında. Yönetim ise, iki işlev üstlenir: ilki, bu hakları gerçekleştirme; diğeri, farklı grupların iktidarını pekiştirme aracı. Bütün sorun, bu dengenin iktidar lehine bozulmasını önlemek, yani yönetimi hak öznelerinin hizmetine sokmak.

Bu nedenle, “özerk yönetim veya demokratik özerklik” kavramları üzerinde durmakta yarar var. Önkoşul olarak, yurttaşlık, bölge yönetimi ve etnisiteler-üstü bir kavram olarak tasarlanmalı; eşit toplum üyeleri yaratma hedefi hep öncelikli kalmalı. Çünkü, özgürlük eşiği, yurttaşlık statüsünün eşitleyici ve ayrım yapmama ilkeleri ile oluşur.

Bu, bireysel haklar mı, yoksa grup hakları mı? sorusuna verilecek yanıt bakımından da önemli. Çünkü birey özgürlüğünün gelişmediği yerde grup hakkı, birey grup ilişkisinde kolayca grup baskısına kayıverir.

Burada karşımıza çıkan genel sorun şu: ülke genelinde -ifade özgürlüğünden çevre veya barış hakkına kadar- İH ne durumda? Eğer bunlar saygı görseydi, etnisiteler sorunu bu denli kanlı biçimde gündeme gelir miydi? Günbegün artan ve resmi görevlilerin öldürmelerine uzanan ihlaller laboratuvarı, İstanbul değil mi?

Paralel çalışma gereği açık: insan haklarını, ulusal ölçekte (genel) ve etnisite temelinde(artı) birlikte ilerletmek. Eğer bu yapılamaz ise, her iki ölçekte de “iktidar” ağır basar. Bu ise, “iktidar”ı, buyurmaktan çok, hizmet için paylaşma bağlamında 21. yyıl demokrasisi hedefine aykırı.

Farklı etnik grupların hak talebi, kendilerine saygının gereği; fakat bunun yolları, kendilerini dışlayıcı sonuçlara varmamalı. Vandernoot’un dediği gibi, “kendimize saygı duyalım, ama kendimizi dışlamayalım”. Bunun da önkoşulu, sorunları özgür bir ortamda tartışmaktan geçer…

Yoruma kapalı.