“ Demokratik istikrar için... ”

- Devamı için tıklayınız -

“Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir.” (Any., m. 67/7). Düzenleme, 1995 Anayasa değişikliğinin ürünü. Seçim kanunu, bu ilke ışığında ele alınarak yenilenmedi, seçim sistemi düzeltilmedi. Amaç yalnızca, yüzde 10’luk ulusal barajı anayasal güvenceye kavuşturmaktı.

Adalet ve istikrar ilkelerini bağdaştırma bir yana, hep “yönetimde istikrar” kaygısı öne çıktı. Gerçekten, mevcut uygulamayı ancak şöyle bir anayasal hüküm yansıtabilirdi: “Seçim kanunları, yönetimde istikrar ilkesini gözetir.”

Hatta, daha gerçekçi bir söyleyişle, “Seçim kanunları, en çok oy alan partinin gücüne oranla yüksek temsil ilkesini yansıtır.”

DEMOKRASİNİN ÜÇ ÖZELLİĞİ

Bilindiği gibi çoğunluk, demokrasinin gerek koşullarından biri, ama tek başına yeter koşulu değil. “Çoğunluk” yoluyla ulaşılan sonuç, ancak “çoğulculuk” ilkesine saygı duyulması ölçüsünde sağlıklı olabilir.

Bizde, 1961 Anayasası ile getirilen “çoğulcu demokrasi” anlayışı, 1950’lerde tanık olunan “çoğunlukçu demokrasi”ye tepki şeklinde belirtilir. Oysa demokratik rejim, her ikisinin uyumlu birlikteliğini gerektirir.

Belki de bunun farkına varılmadığı içindir ki, 1982 Anayasası, çoğulculuğu yeniden ikinci plana attı. Oysa aynı yıllarda, “müzakereci demokrasi”, üçüncü boyut olarak, siyaset bilimindeki yerini almaya başlamıştı.

Biz, üçüncü öğesi ile tanışmak bir yana, demokrasiyi, çoğunlukçu veya çoğulcu seçeneğine indirgedik. Müzakereci uygulama ise, -kısmen de olsa- koalisyon hükümetleri döneminde uygulamaya geçirilebildi.

NİCELİK, NİTELİK İÇİN YETERLİ Mİ?

Yüksek baraj, seçimlerde en çok oyu alan siyasal partinin, -TBMM’ye giremeyen partilerin hakkı olan milletvekili sandalyelerine de konarak-, ulaşacağı çoğunlukla ülkeyi tek başına yönetmesini amaçlar.

Bir kez bu amaç, son 6 seçimden sadece üçünde, yani ancak yarı yarıya gerçekleşti. Burada asıl sorun, tek parti çoğunluğunun siyasal istikrarı ne ölçüde sağladığıdır. Daha önemlisi, 12 Eylül anlayışının kısmen de olsa aşılmasında hangi tür çoğunlukların belirleyici olduğu.

1987’de başlayan ve sayısı 16’yı bulan anayasa değişiklikleri içerisinde, ikisi kayda değer: 1995 ve 2001. Her ikisi de, koalisyon hükümetleri döneminde gerçekleştirildi. Burada sayıdan çok, demokrasinin çoğulcu ve müzakereci öğeleri katkı sağladı. AKP deneyimi ise, sayısal üstünlüğün, siyasal istikrarı sağlamak için bile yeterli olmadığını; niceliğin nitelik için yeterli olmadığını kanıtladı.

ALDATICI OLAN HANGİSİ?

AKP, belki de Cumhuriyet hükümetleri içerisinde en talihli olanı. Neden? Avrupalı ve Türkiyeli demokrat ve liberallerin mesafeli durduğu bir siyasal gelenekten doğan AKP, en güçlü desteği de yine onlardan aldı. Arabanın hızlanması için, her iki taraf canhıraş çabaladı. Ama “Ak-el” genellikle geri viteste gezindi, ileriye takmamak için direndi…

AKP, 29 Mart yerel seçimlerindeki gerilemeyi, istikrar korkusu salma yönünde yeni bir söylem oluşturma aracı olarak kullanabilir. Bunun pratik sonucu, yüzde 10’luk seçim barajına dokunmamak.

Ayrıca AKP’den, anayasal açılım üzerine yeni hamleler beklenebilir; görünüşü kurtarmak için de olsa. Hatta başarılı olacağı da varsayılabilir. Ne var ki, sınırlı bir Anayasa değişikliğinden çok daha işlevsel olan, temel yasaları (siyasal partiler, seçimler, sendikalar, toplantı ve gösteri yürüyüşleri), mevcut anayasa çerçevesinde daha demokratik ve özgürlükçü bir çerçeveye oturtmak.

Dikkat çekilmesi gereken tehlike şu: Bir yandan, anayasaya odaklanıp, bundan sonuç alamamak. Öte yandan, siyasal istikrar şırınga edip, yüzde 10’luk barajı sürdürmek.

YENİLENME GEREĞİ

Bunu önlemek için demokratlar, sosyal demokratlar ve sosyalistler, şu iki hedef üzerinde birleşebilmeli:

•TBMM’de gerçekten demokratik açılım ve insan haklarını ilerletme yönünde bir irade varsa, bunu yasal düzeltimlerle ortaya koyması için ortak çaba sarfetmek,

•Gelecek yasama seçimlerinde tek parti çoğunluğunu sağlayamama korkusunu, güçbirliği yönetiminin Türkiye’nin önünü açmada daha işlevsel olabileceği görüşü ile dengelenmek. Hatta demokratik kültürün yerleşmesi için, çok partili çoğunluk savunulabilir.

Böyle bir olasılık, TBMM’deki mevcut siyasal haritayı veri alarak değil, ancak 24. yasama meclisinin yeni bir siyasal tabloyu yansıtması beklentisinde anlam kazanabilir.

Bu nedenle, yerel seçim sonrası ve yasama seçimleri öncesi dönemde, demokratlara, sosyal demokratlara ve özgürlükçü sosyalistlere düşen görev, -orta sağdaki hareketlenmeye paralel olarak- solda, demokratik sosyalizme varan bir yelpazede, bir yenilenme ve silkinme dönemi başlatmak: fikir düzleminde, eylemde ve örgütlenmede… Bu süreçte, solda yenilenme, kitleselleşme ve bütünleşme ereğinde yoğun emek harcayan “10 Aralık Hareketi”, neden öncü işlev görmesin?

Yoruma kapalı.