“ Silahlılarmı, silahsızlaramı? ”

- Devamı için tıklayınız -

12.Ergenekon dalgası ardından, “PKK’nın silahsızlandırılmasının yoğun olarak tartışıldığı bir dönemde ellerinde silah olmayan 50’yi aşkın DTP yöneticisin apar topar tutuklanması”, anlaşılır olmaktan uzak.

Ne var ki garabet, bütün ülke genelinde geçerli. İşte birkaç güncel örnek:

‘BIRAKIN YARGI DOKUNSUN!’

Bir yıl boyunca “yargı darbesi” ekseninde oluşturulan siyasal söylem, tersine döndü. Zira önceki gün Başbakan Erdoğan, Ergenekon davası üzerine şunları söyledi: “Bırakalım yargı işlesin, .. hukuk işlesin… ak ile kara ortaya çıksın. Süreci bulandırmaya çalışarak, hâkimleri, savcıları tehdit ederek hiç kimse bir yere varamaz…”. Başbakanın, “Deniz Feneri, türban ve AKP” davaları yanı sıra YSK kararları karşısındaki tavrı ve söylemi ile Ergenekon davasına ilişkin sözleri arasındaki karşıtlık açık.

Kuşkusuz çelişki, zamandan çok konu farklılığı ile açıklanabilir.

Fakat, aynı gün Ergenekon ve Anayasa üzerine dile getirilen söylem farkına ne demeli?

İlkinde, yargıya “tam gaz”; ama Anayasa değişikliğinde, “yasama dokunulmazlığı” gündeme bile gelmiyor.

Madem ki, yargı organına tam güven var, o halde, milletvekillerine tanıdığı ayrıcalıkla hukuk devleti ilkesini zedeleyen “yasama dokunulmazlığı” sorunu neden yok sayılıyor? Tam tersine, dillendirilen değişikliklerin çoğu, parti çıkarlarına hizmeti amaçlayan konular. Özetle, Anayasa’nın siyasal araç olarak kullanımı, bir kez daha gündemde.

ÜST KİMLİK KARŞITLIĞININ ANLAMI

Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un telaffuz ettiği “Türkiye halkı” kavramı, şu gerçeği yeniden belirginleştirdi: kabile ve göçebe toplum evresi, henüz tamamen aşılamadı. Altkimliği sahiplenme duygusu o denli depreşti ki, modern devlette üst ve siyasal kimliğin yurttaşlık olduğu unutuluverdi. Aradan bin yıl geçse de, Orta Asya aidiyeti ve/ya göçebelik ruhu tortuları, “yurt/taş” olma bilincinin yerleştirmesini geciktiriyor.

Ülkemizin en büyük hukuk meslek örgütü bile benzeri bir yaklaşıma bakın nasıl sürüklenmiş. Paris Barosu avukatlarının gözlemci olarak gelme isteğini geri çeviren yazıdan: “Kaldı ki yazınızda TC vatandaşı olan olan Dink’in etnik kimliğinin ön plana çıkarılması, gene gözlemci olarak gelecek avukatların aynı etnik kökene ve bu etnik kökene dayalı bir derneğe mensup olması ırk ayrımcılığı yasağına aykırı olduğu gibi…” (M. Aydın, İst. Barosu Bşk.).

Başkan, Parisli avukatlara ırkçılık dersi verirken, mesela Moldavya’dan, “Gagavuz avukatlar gelseydi, güçlük çıkarmazdım” mesajını da vermiş oluyor.

SİLAH-ÇETE, ÖRGÜT-FİKİR

“Faili meçhuller, derin devlet ve darbe girişimleri” eksenine dayandırılan Ergenekon davası, hukuk devleti adına bir umut oluşturmuştu. Fakat çok geçmeden şu kaygı veya sorgulamayı da beraberinde getirdi: öncelikle devletin kendisi, hukuk ve demokrasi adına yürüttüğü faaliyetlerde, hukuk kurallarına uymak zorunda değil mi?

Bu konuda, “kişi özgürlüğü ve güvenliği” ilkesi (m.19) başta gelmek üzere, emredici anayasal hükümler sürekli hatırlatıldı. Yine, insan haklarına ilişkin uluslararası standartlar dillendirildi.

Dava sürecinde hukuki güvencelere saygı bir yana, soruşturma dalgaları, giderek öğretim üyelerini ve yasal örgütleri (vakıflar, dernekler) vurmaya başladı. Dahası, ilgili örgütlerin amaçları doğrultusunda yürüttükleri çalışmaları da vurdu: ÇYDD, bunun en son ve tipik bir örneği.

Bu derneğin varlık ve faaliyetlerine karşı devlet ve tarikat uzantıları (yani, derin devletin dinsel motifli versiyonu), yıllardan beri yoğun bir karalama ve yıpratma kampanyası yürütüyordu. Bu kampanya, 12. dalga ile, meşruluk zeminine oturtulmak isteniyor.

Değerlendirmeyi 3. göze bırakalım: “Gülen cemaatinin eğitim alanındaki faaliyetlerinde en dişli rakipleri olan ÇYDD ve ÇEV ile geçmişte sık sık sert çatışmalar yaşamış olması; cemaat medyasında bu kuruluşlar ve onların yöneticileri aleyhine sistemli kampanyalar yürütülmesi; 12. dalgaya yönelik itirazları bertaraf etmek için yine cemaat medyasının Prof. Saylan ve arkadaşlarının misyoner oldukları ve PKK’lılara burs verdikleri gibi çürütülmüş iddiaları ısrarla tekrarlamaları ve tabii ki ‘devletteki Gülen cemaati kadrolaşması’ ile birleşince Ergenekon’un temel sorusunu değiştirmek gerekiyor.” (R.Çakır, Ergenekon’un hayati sorusu değişti, Vatan,20.4.009).

HUKUK MU DEDİNİZ?

Hukuk uygulayıcıları, ikili kuşatma altında: tabanda cemaatleşme-tavandan siyasal güdüleme. Türk ve İslam âlemi, hukukun evrensel ilkelerine yabancı veya mesafeli. Ergenekon davası, bu kavganın bağrında yer alıyor. Temelleri 1970’te atılan “kavim-ümmet ittifakı”, bu süreçte nasıl bir kalıba dökülecek? Bu, merak konusu. Açık olan ise şu: Türkiye, -yerleştirmede hep zorlandığı- hukukun evrensel ilkelerinin yansıttığı değerlerden giderek uzaklaşmakta: fikir yerine inanç, yurttaşlık yerine ırk…

Yoruma kapalı.