“ ‘Sivil’in bozulan büyüsü: HSYK ”

- Devamı için tıklayınız -

Anayasanın 145’te belirlenen askeri mahkemelerin yetki ve görevlerinin bir kısmı, yasa ile, askeri olmayan -ya da sivil- mahkemelere geçirildi. Konuya ilişkin tartışmalar ve gerilim, temmuzun ilk yarısına damgasını vurdu.

Ayın ikinci yarısında tanık olunan çekişmeler ise, daha az gerilimli ve yoğun geçmedi. Üstelik, ilk yarıda asker karşısında “sivil cephe”de yer alanlar, bu kez oklarını “sivil”e doğrulttu. Öyle ki, bu cepheleşmede yargıçlar, “Alevî-Sünnî” ayrımı eksenine bile kaydırılmaya çalışıldı.

Oysa, asker-sivil ayrımı ötesinde, sivil kesimde genellikle seçilmişler-atanmışlar ikilemine, ayrıştırıcı vurgu yapılır. Güncel sorun bağlamında ise, yargı kesimi, seçilmişler; yürütme, atanmışlar nitelemesine daha uygun: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), 5’i seçimle gelen yargıçlar dışında, Adalet Bakanı ve müsteşarından oluşuyor. Kendine özgü sekreteryası olmadığı için, “tabiî üye” sıfatıyla müsteşar, -iki yıl önce görüldüğü üzere- Kurul’u bloke edebiliyor.

Bu nedenle, değinilen ikilem kullanılamadı. Aslında kavganın nedeni belli: Yürütme-Yargı çekişmesi. Daha doğrusu, Yürütme’nin Yargı üzerinde dizginlenemeyen iştahı… Yürütme, siyaset demek; siyaset de parti.

HSYK’nın geçirdiği değişiklikleri hatırlayalım:

1961 Anayasası’na göre, Hâkimler Yüksek Kurulu (HYK), 18 asıl ve 5 yedek üyeden kuruludur. Adalet Bakanı, YHK toplantılarına katılabilir, oylamaya katılamaz (m.143).

1971 değişikliği ile, üye sayısı 11’e düşürüldü; “Adalet Bakanı, gerekli gördüğü hallerde Yüksek Hâkimler Kurulu toplantılarına başkanlık eder” dendi.

1982’ye gelince; -savcıları da kapsamına alan- “Kurulun Başkanı, Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabii üyesidir”.

Görüldüğü gibi, anayasal değişmeler haritası, Adalet Bakanlığının yargı üzerinde artan yetkisi yönünde oldu. Yargının gücü nicelik olarak önde kaldı ama, ayrı yapısı lağvedildi; YHK’ya bağlı müfettişlik, Bakanlığa kaydırıldı:

“Hâkimlerin denetimi ve haklarındaki soruşturma, Yüksek Hâkimler Kuruluna bağlı ve sürekli olarak görevli müfettiş hâkimler eliyle yapılır…” (1961, m. 144).

“…inceleme ve soruşturma, Adalet Bakanlığının izni ile adalet müfettişleri tarafından yapılır.” (1982, m. 144).

Uygulama ise; Kurul’da yargıçların sayısal üstünlüğünün aşılması yönündeki eğilimleri hep öne çıkardı. Özal’ın Başbakanlığı döneminde, Adalet Bakanlığı müsteşarı tartışmaların merkezinde yer almıştı. AKP ise, konuyu parti düzeyinde ele aldığı için, Başbakan’ın doğrudan müdahalesini de meşrulaştırdı.

Medya, sorunu daha çok “Ergenekon davası savcıları” eksenine dayandırmış olsa da, kavga daha büyük: yargıyı partizan bir konuma sokmak.

Çözüm ne? 1961’in yanı sıra, günümüz çağdaş devletlerinin deneyimlerinden de yararlanarak, önce HSYK’yı ikiye ayırıp, HYK ve SYK şeklinde anayasal örgüt kurulmalı. Sonra her biri, ama özellikle HYK, karma yapılı ve çok sayıda üyeden oluşan bir kurum olarak tasarlanmalı: çoğunluğu yargıçlar, kısmen öğretim üyeleri, Barolar Birliği temsilcisi, Adalet Bakanlığı temsilcisi, gibi…

Aslında değinilen karma oluşum, mesleğe giriş için de öngörülmeli: hukuk fakültelerinin diploma verdiği hâkim ve savcı adaylarının bilgisi, öğretim üyeleri tamamen dışlanarak nasıl ölçülebilir? Bu nedenle, mesleğe giriş için ilgili yüksek kurul-adalet bakanlığı ve hukuk fakülteleri temsilcilerinden oluşan karma kurullar öngörülmeli.

Karma yapı, adayların bilgi ve yeteneğini ölçmeye daha elverişli; kayırmaya ise, daha kapalı. Benzer gözlem, HSYK’nın yapılanması bakımından da geçerli. Meslek dışından temsilci alınması, nesnellik bakımından hem farklı bakış açılarını beraberinde getirir, hem de “ahbap-çavuş” ilişkisini dengeler.

Kuşkusuz, bunun bir üçüncü ayağı da var: hukuk eğitimi. Şu rastlantıya bakın: hukuk fakülteleri, sayamayacağımız miktara ulaştı; bu yıl alınacak öğrenci sayısı ise, 5-6 bin olarak telaffuz ediliyor… Devlet hukuklar, vakıf hukuk fakülteleri için, hem ders verme, hem de öğretim üyesi yetiştirme bakımından yoğun mesai (!) harcıyor…

Böyle bir ortamda, meslek lisesi çıkışlılar için uygulanan katsayının kaldırılması, neredeyse bir “özgürlük bayramı” olarak ilan edildi. Bunun, kaç meslek lisesi öğrencisini “özgürleştireceği” bilinmez; ama iki yönde nitelik erozyonunu derinleştireceği açık: meslek lisesinden yetişen kalifiye eleman düzeyinde düşüş; yüksek öğrenim düzeyinde daha çok düşüş.

Sonuç: nitelikli diplomalı genç kuşaktan uzaklaşma. Oysa HYSK’ya ulaşan yol, buralardan geçiyor. Yoksa, geçen hafta, medya “yüksek köşe” yazarlarının yaptığı gibi, hâkimin de makbulünü aramaya koyulur: askerî değil sivil, ama Alevî de değil, -yani- Sünnî…

Yoruma kapalı.