“ Açılım söylemi, örtü işlevi görmemeli ”

- Devamı için tıklayınız -

‘Kürt Açılımı’ yönünde yapılan girişim, ikinci ayında ciddi bir geri tepme dalgası ile karşı karşıya. Bu, başından beri açılım karşıtı kesimler değil sadece. Girişimci ve buna daha baştan destek veren siyasal aktörlerin tavırları da etkili.

SİYASAL AKTÖRLER

Söylem aşamasında çuvallamış görünüyor: MHP ve CHP, “açılım”a, sadece AKP’nin yöntemi konusunda değil, prensipte de karşı. Açılımı başından beri destekleyen DTP ise, sekter ve anlaşılır olmaktan uzak; hatta MHP ve CHP’nin tavrına dolaylı destek verir tarzda.

MHP ve CHP’nin askeri öne sürmesi, antidemokratik ve militarist bir yaklaşım. DTP’nin, İmralı mahpusunu devreye sokma çabası, ne demokratik, ne Kürt halkı hayrına, ne de Türkiye’nin ilerlemesine katkıda bulunur…

Ya AKP? “Açılım”cı iktidar partisi, en çok izlediği yöntem konusunda eleştirildi, bir de çözüm projesi bulunmadığı için. Kürt sorunu gibi girift bir alanda, bunlar kuşkusuz tartışılabilir.

Fakat AKP, yapılması gerekenleri yapmamasından çok, yapılmaması gerekenler yönünden eleştirilmeli.

ÜÇ HALKALI SORUN

Neden ve nasıl?

Kürt açılımı, Türkiye’de demokratikleşme ve insan haklarını ilerletme sorunu ile örtüştüğü için, konu üç aşamada tasarlanabilir. Daha somut olarak, zihniyet değişiminin ötesinde üç aşamalı bir plan gerekli: kısa dönem, uzun vade ve her zaman için geçerli olanlar…

•Kısa dönemde, B. Tanör’ün deyimiyle “götürüsü olmayan, ama getirisi çok olan” düzenlemeler. Burada, zorunlu din dersleri, Alevi açılımı gibi uyutulan sorunlar ya da Güler Zere’nin Çankaya’ya ulaşmayan çığlığı üzerinde durulmayacak. Ama Kürt sorunuyla ilgili yasal düzlemde alınması gereken öncelikli önlemler konusunda birkaç somut adım atılabilirdi: seçimler, siyasal partiler kanunu, düşünce özgürlüğü gibi; yurttaşlık biraz daha zor bir konu zira.

•Uzun dönem ise, devlete edim borcu yükleyen sosyo-ekonomik nitelikte görevler, silahlı terörist grupların tasfiye edilmesi veya af sorunu gibi…

•Her zaman için geçerli olan ise, insan hakkı ihlallerinden kaçınmaktır. Yani, “Kürt Açılımı” hedefiyle çelişen “işlem ve eylem” yapmamak.

AĞIR İNSAN HAKKI İHLALLERİ

Ne var ki, İçişleri Bakanı, açılım sürecini yaz sıcağında yoğun bir mesai ile başlatırken, maiyetindekiler, daha az yoğun olmayan bir çalışma ile ÇYDD bursiyeri öğrencileri fişleme faaliyetlerini tamamlıyordu. Böylece en üst âmir konumundaki Bakan, Türk çoğunluk karşısında Kürt azınlığın haklarını güvencelemek için yola koyulurken, kolluk güçleri, muhtemelen çoğunluklu Kürt kökenli öğrencilerden oluşan bir kitlenin haklarını ihlal edici işlem ve eylemler dizisini noktalıyordu.

Burs alan öğrencilerin toplu olarak fişlenmesi, birçok anayasal hakkın ihlali anlamına geliyordu: eşitlik ve ayrımcılık yasağı, eğitim hakkı ve öğrenim özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, çalışma hakkı… Dernek açısından, amacı doğrultusunda etkinlikte bulunma hakkı ihlal edildi. Burs verenler açısından, caydırıcı bir etki yarattı.

Anayasa md. 40 açık: resmi görevlilerin hak ve özgürlük ihlalinden doğan zararları devlet karşılar; ama devlet, sorumlu olan ilgili görevliye rücu eder. (Görevli, bir yargı mensubu da olabilir, siyasî şahsiyet de.)

İçişleri Bakanı, kolluk güçlerinin en üst âmiri olarak, konuya ilişkin bir açıklama yapma gereği bile duymadı. Bunun nedeni meçhul, en azından bizlerce. Ama açık olan iki şey var:

•“Kürt Açılımı”, ağır insan hakları ihlallerinde örtü işlevi gördü.

•ÇYDD yerine, varsayalım “Milli ve Manevi Değerleri Yüceltme Cemiyeti” bursiyerleri söz konusu olsaydı, fişleme işlemine tabi tutulmayacaktı.

GERİ TEPEBİLİR…

Dönelim “açılım”a: gerçek mi, sanal mı? Şimdiye kadar somut katkısı, tartışma ortam ve olanağını yaratması. Ne var ki, siyasal aktörlerin sorun çözme yerine, mevcut sorunları derinleştirme eğilimi, geri tepme işaretleri ile doğrulanıyor bir kez daha.

Toplum kesimleri konuyu tartışıyor iken, siyasiler ifade özgürlüğünün gerektirdiği görev ve sorumluluk anlayışından hayli uzak. Açılımın kapanmaya doğru tersine dönmesi, bunun kanıtı.

Öte yandan, değinilen ağır insan hakkı ihlalleri, görevin sorumsuzca kötüye kullanılması değil mi? Özet: sorumluluk kuralı, resmî ve kamusal yaşama yabancı.

Bu gidiş, serbest tartışma ortamını bile tehlikeye düşürebilir.

Öbür gün, “12 Eylül karşıtı” söylem ve eylemler sıkça sergilenecek… Oysa, 12 Eylül ruhumuzda. Çünkü, 12 Eylül bizi değil, biz 12 Eylül’ü yarattık. Aslında “12 Eylül biziz”; darbe söylemini, bunu örtmek için dilimizden eksik etmiyoruz… Siyasal aktörler değiştirilmeli; ama hepimizin bir zihniyet sorgulamasına o denli gereksinimi var ki!

Yoruma kapalı.