“ Millet adına mı, halk korkusundan mı? ”

- Devamı için tıklayınız -

Başlık, “Anayasayı kalıcı kılmanın yolları” şeklinde de olabilirdi. Neden? İki nedenle:

İlki şu: 1982 Anayasası, değiştirildikçe “meşruluk” yönünden pekişiyor.

İkincisi: değiştirme, çatışmacı yaklaşımla kotarılmaya çalışıldığı için, 1982 metni kıymete biniyor.

Bu ikinci olasılık, son üç değişiklik için özellikle geçerli:

-2007: Cumhurbaşkanı seçiminin TBMM yerine halka dayandırılmasını öngören anayasa değişikliği, “seçim malzemesi” yapılarak, siyasal gerilim ve çatışma ortamında kotarıldı. Olumsuz sonuçları, henüz uygulamaya geçirilmeden kendini göstermeye başladı…

-2008: yükseköğretimde türban serbestliği için Anayasa’ya yapılan eklemeleri, Anayasa Mahkemesi (AYM) iptal etti; ama sorun ve gerilim devam ediyor…

-2010: öngörülen anayasa değişikliği, ilk ikisinin birikim ve rövanşı görünümünde.

Bu nedenle, TBMM’ye “düzeltilerek” yeniden sunulan “değişiklik öneri paketi”, hukuk ve siyaset arasındaki gerilimi, çoktan tırmandırmış bulunuyor. Usûlde başından beri görülen zincirleme yanlışlar, içerikle ilgili çelişkilerle birleşince, anayasal kurumlar zirvesindeki çatışmalar, yoğunlaşarak ivme kazanıyor.

Bir taraf (AKP), referandum yoluyla meydan okuyor; diğer taraf (CHP), AYM kalkanına sarılıyor. Siyaseten ve hukuken sorunlu ve sakat başlayan değişiklik süreci, içerik tartışmasını çoktan gölgeledi.

Hal böyle olunca, “değişiklik paketi”, sırasıyla, Anayasa bütünü, ilişkili olduğu bölüm ve madde açısından irdelenemiyor; çelişki ve tutarsızlıkları ortaya konamıyor. Bu nedenle, değişiklik paketinde önerilen bir kural, öngörülen bir kurumsal yapı veya yeni fren ve denge mekanizmaları, “amaç-araç” ilişkisi bağlamında değerlendirilemiyor.

Örneğin, bir madde, “yargı bağımsızlığı” adına mı yeniden yazılıyor? Öngörülen yeni yapılanma, bu amacı gerçekleştirmeye elverişli mi? Ya da, bu yönde bir inanç varsa, o zaman neden “yasama dokunulmazlığı” zırhı, hiç gündeme getirilmiyor?

Bu sorular zinciri uzatılabilir: mesela, kamu görevlilerine toplusözleşme yanında neden grev hakkı tanınmıyor? Ya da, kamu denetleme kurumu yanında neden İnsan Hakları Kurumu, anayasal düzlemde öngörülmüyor?

Siyasal aktörler arasında kızışan kavga nasıl açıklanabilir? AKP-CHP-MHP ekseninde, ama daha çok ilk iki “büyük” arasında yüksek gerilimli atışmalar… AKP, “değişiklik paketi” üzerine, CHP ve MHP’den çok, BDP, DSP ve DP gibi küçük partiler tarafından muhatap alındı. Hatta, denebilir ki, partilerden çok, sivil toplum örgütleriyle diyalogda daha başarılı (!) oldu.

Ne var ki, en derin çelişki, bu üçlü ilişkiler yumağında saklı. Şöyle ki; AKP,

•MHP ve CHP ile, konuşamasa da, yüzde 10 seçim barajı konusunda uzlaşıyor.

•BDP, DSP ve DP ile diyaloga girse de, onların baraja itirazını kabul etmiyor.

•Sivil toplum ve demokratik kitle örgütleriyle konuşmaya evet dese de, kapısını topluma kapalı tutuyor.

Esas kalın duvar, sivil toplum ve siyasal toplum arasında. Önce anayasal duvar, sonra yasal engel.

1.-Büyük ayrışma: anayasa. Dernekler, sendikalar, vakıflar, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, konunun uzmanlarına anayasa taslakları ve raporlar hazırlattı. Çoğunluğu gönüllü emekle, yeni anayasa üzerine önemli bir birikim sağlandı. Bu çalışmalara duyarsızlık, siyasal aktörlerin “ortak paydası”: Siyasal çoğunluğu sekiz yıldır elinde tutan AKP, ikircikli, bencil ve dayatmacı. Muhalif ikili C(M)HP ise, reddiyeci ve sürekli kaçış halinde. Burada ana sorun şu: bazen yeni anayasa ister görüntüsü veren AKP’yi bir tür “anayasal kuşatma” altına alacak bir siyasal muhalefetin bulunmayışı; yani, “sivil anayasa” ürünlerini değerlendirebilecek ciddi bir iktidar seçeneğinin henüz ortaya çıkmamış olması.

2.-Ayrışmanın aracı: yasa. Sivil birikimin siyasal iradeye yansımaması, belli ölçüde, yasa ile öngörülen -üstelik anayasaya aykırı olan- seçim barajına bağlanabilir.

Baraj, engel demek. Yani, halktan korkan politikacılar, halkla kendileri arasında örmüş oldukları duvara dokunmuyorlar.

İktidar tutkusu ise, anayasadan vazgeçmelerini engelliyor. Çünkü, Anayasa bunu kendilerine fazlasıyla sağlıyor.

Peki şu halde, Anayasa değişikliği girişiminde “millet adına” söyleminin anlamı ne olabilir? Açık: millet, somut bir topluluk değil, bir soyutlama, hatta bir varsayım. Halk ise, yurttaş ve seçmenler. İktidar ve muhalefetin anlaştığı tek nokta, halktan kaçmak. Bu nedenle, anayasal uzlaşmazlık, daha çok görünürde kalıyor. Çünkü, iktidar partisi, 1982 Anayasası’nı kalıcı kılmaya yönelik dönemsel ataklarla yetiniyor; muhalefet ise, sadece bunu engellemekle.

Üçlünün ortak korkusu, halk. Şu halde, yaşasın millet; kahrolsun halklar!!!

Yoruma kapalı.