“ Anayasa değişikliğinde amaç ve araç ”

- Devamı için tıklayınız -

2007Anayasa değişikliği neden yapıldı? Amaç, Cumhurbaşkanı (CB) seçimlerinde yaşanan siyasal krizi önlemekti. Bunun için “CB’yi halka seçtirmek”, araç olarak kullanıldı.

Bu amaç-araç ilişkisi tutarlı mı? CB seçim krizini önlemek için onu halka mı seçtirmek gerekiyordu? Bu çerçevede, mesela 367 çoğunluk sayısını yeniden düzenlemek yeterli olmaz mıydı?

‘Hayır’, dendi… Üstelik, “millet”e soruldu: “CB’yi doğrudan seçme hakkını kabul ediyor musunuz?”. 21 Ekim günü, 42. 665. 149 seçmenin 19.422.714’ü “evet” dedi. Bunun yurttaşlar açısından anlamı şu: CB’nin genel oyla seçilmesini 4 kişiden biri onaylamış oldu. “Millet” açısından anlamı ise belirsiz. Millet tanımı, ataları ve gelecek kuşakları kapsamına aldığına göre, on dokuz milyon, düşük bir sayı. Ne var ki, politikacılar, bu süreci “milli irade” adına işletti…

2010 Anayasa değişikliği teklifi, CB’nin yargı karşısındaki konumunu güçlendirmesi nedeniyle aslında 2007 değişikliğinin Anayasaya yansıması olarak da görülebilir…

Başbakan, “başkanlık rejimi” yönünde iradesini açıklayarak, 2007 değişikliğinin asıl amacını, gecikmeli de olsa, itiraf etmiş oldu. Bu, “saydamlık ilkesi” bakımından önemli. Keşke zamanında dillendirseydi.

Gerçi, -1993’teki görüşünün tamamen aksine- bu yöndeki eğilimini 2005 başlarında ortaya koymuştu. Başkanlık rejimini, daha çok Cumhurbaşkanları dillendirirdi. Sn. Özal, bu konuda öncü rol üstlenmişti. Ama başbakanların bu yönde isteği, en azından gündeme gelmezdi. Sn. Erdoğan’ın başkanlık rejimine eğilimi, 2004’te yapılan “başbakancı parlamenter rejim” nitelemesinin bir uzantısı olarak da görülebilirdi. “Hükümetçi parlamenter rejim” kavramı, yürütmenin yasama organını güdümü altına alması anlamında Avrupa’da kullanılıyordu. Bizde ise bunda, tek kişinin iradesi belirleyici idi.

Bu nedenle başkanlık isteği, “iktidar iktidarı çağırır” olgusu ile örtüşür. Yani, erkler ayrılığının amacını, “iktidar iktidarı durdurur” deyişiyle özetleyen Montesquieu’nün hedefinin tam tersi.

“İktidar iktidarı çağırır” hedefinde; “367 krizi”, CHP’nin AYM’yi devreye sokması, Genelkurmay’ın e-muhtırası, AKP için “bulunmaz fırsatlar” yarattı. İlk önemli atak, 2007 Anayasa değişikliği ile yapılmış oldu.

CB henüz genel oyla seçilmediği halde, -hatta ne zaman geleceği, 2012 mi, yoksa 2014 mü, hala belirsiz iken-, 2010 değişiklik önerisi, CB’nin anayasal ve siyasal konumunu pekiştirici düzenlemeleri de kapsamına aldı. Anayasalaşması durumunda CB, AYM ve HSYK üzerinde 1982 Anayasasına oranla daha belirleyici bir konumda olacak.

İşte, böyle bir değişiklik önerisi, TBMM gündemine geldiği sırada, “Başkanlık bombası” atılıverdi. Bununla, 2007 değişikliğinin amacı açıklanmış oldu, geç de olsa. Fakat bu kez, geleceğe yönelik olarak, “saydamlık ilkesi” uygulanmış oldu. Başbakan, 2011 seçimlerinden sonra Anayasa değişikliği ile, 2012’de başkanlık rejimine geçiş sinyalini de verdi.

Bu itiraf neden şimdi? Saydamlık ve samimiyet adına mı? Gündemi kaplayan Anayasa değişikliği tartışmalarını perdelemek için mi? Yoksa, “iktidarın iktidarı çağrıştırması”, o denli yoğun bir ihtiras ki, bunu dillendirmekten alıkoyamadığı için mi kendini?

Fakat dışa vurum nedeninden daha önemlisi ve dikkat çekici tarafı, başkanlık rejimi için kullanılan gerekçe: “411 sendromu”.

Bu gerekçe, aslında başkanlıktan amacın, erkler ayrılığı değil, kurumların tek kişinin güdümüne sokulduğu bir başkancı sistemi kurma ereğine ulaşmak olduğu anlaşılıyor.

TBMM’de görüşülmekte olan Anayasa değişikliğine bu saptamalar ışığında yeniden bakıldığında şu söylenebilir: 2010 değişikliği, temelleri 1982 metni ile atılan, 2007 değişikliği ile “seçim halkası” tamamlanan başkanlık rejimine giden yolun kilometre taşlarından biri…

Amaç ne? Hak ve özgürlükler ile siyasal partiler dışında kalan Anayasa değişikliği için amaç, “yargı bağımsızlığı”, deniyor. Ne var ki, bu amaca ulaşmak için kullanılan araç, buna elverişli değil. Çünkü, gerek AYM gerekse HSYK yapılanma ve işleyişinde yürütme organı (CB ve Hükümet) belirleyici olacak.

Bu yazının amacı şu sorulara yanıt aramak değil: madem ki yargı bağımsız olacak, neden siyasal partiler üzerinde yargısal denetimden korkuluyor? Yine, milletvekilleri dosyalarına tarafsız yargının dokunabilmesi yolu neden açılmıyor? Amaç, şu da değil: başkanlık rejiminin getireceği ve götüreceği değil… Sorunun özü şu: Anayasa değişikliğinde araç-amaç ilişkisi… Kullanılan araçlar, ortaya konan amaca ulaştırmaya elverişli mi?

Son soru: değişiklik paketini kayıtsız koşulsuz destekleyenler, bu soruya ‘evet’ yanıtını verebilir mi?

Yoruma kapalı.