“ Özel yaşam: Hukuk mu teknoloji mi? ”

- Devamı için tıklayınız -

Özel yaşam, hukukun çok yönlü olarak koruduğu değerler alanını kapsar. Buna “mahrem alan” da denebilir. Öyle ki, mahremiyet, kamusal alana da taşabilir. Saçların, inanç gereği örtülmesi, bunun en tipik örneği.

Hatta, özgürlüklerin kullanımında, artık özel alan ve kamusal alan ayrımı yeterli değil, bu nedenle üçlü alan ayrımı önerilir: özel, kamusal (sosyal) ve resmi alan.

Bu ayrıma göre, özgürlüklerin en çok korunduğu alan, “özel yaşam”dır. İnsan Hakları Avrupa Hukuku uygulamasında bunun başlıca üç boyutu öne çıkar: özel yaşam hakkı, kişisel özerklik hakkı ve “sosyal özel yaşam” hakkı.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) kararlarında özel yaşam hakkı, “mahremiyet hakkı” ve “cinsel yaşam özgürlüğü” olmak üzere, en çok korunan ve adeta, özel yaşam bakımından “çekirdek alan” oluşturur.

Kamusal alanda “mahremiyet” kavramı, bir toplumdan diğerine değişir: mesela, İslami toplumlarda öne çıkan mahremiyet, kadın bedeni (teni veya saçı) olduğu halde, Batılı toplumlarda iletişim ve haberleşme gizliliği baskın. Kamuya açık alanlarda cep telefonuyla herkesin duyabileceği şekilde konuşmakla gizlilik arasındaki tercihte, Batılı, bize göre, daha dikkatli. İki nedenle: çevreyi rahatsız etmemek ve haberleşmeyi özel alan olarak algılamak.

Bu yazı, “özel alanda mahrem yaşam hakkı” ile sınırlı: CHP müstafi genel başkanı Sayın Baykal’la ilgili olarak internet sitesine konan görüntüler vesilesiyle yapılan tartışmalara elden geldiğince hukuki açıdan bakmak. Siyasal bir komplo olup olmaması, hukuki durumu değiştirmez.

Gerçi burada, teknolojik olanaklar ve ahlak anlayışı, hukuku ikinci plana atmış bulunuyor. Bir ilişkinin gizli kaydı veya böyle bir şey olmadığı halde görüntülerin montaj yoluyla oluşturulması, işin teknolojik yönü. Görüntülerin, internet yoluyla kamuya yansıtılması ise, sorunun ahlaki yönü.

Ya hukuk? Gizli kayıt veya montaj, bunların kamuoyuna yansıtılması, hukukun yasakladığı, suç saydığı eylemler.

Bu eylemlerde, resmi kişilerin müdahalesi varsa, sorumluluk hükümete kadar uzanır. Aksi halde, kamu makamlarının sorumluluğu bundan böyle başlar: Ceza kanununa göre suç oluşturan eylemleri etkili bir biçimde kovuşturmak…

İşin ahlaki yanı ise, gerçek ya da sanal görüntülerin kamuya yansıtılması ve bunları kamuoyunun belli ölçüde içselleştirmiş olması. Ahmet Altan’ın yazdığı gibi, “Vakit gazetesi, internet sitesine koyduğu ‘Baykal’ın özel hayatıyla’ ilgili görüntülerle, sadece gazetecileri değil, … dindarları da utandırdı. (…)” (Taraf, 9.5.10). Bunlar, hukuksuzluğa eklenen ahlaksızlık öğeleri…

Bilimsel ve teknolojik ilerlemeler, insan hak ve özgürlükleri üzerinde olumlu etkiler yanısıra, tehdit edici öğeleri de beraberinde getirdi. Hukukun görevi, gelişmelerin katkılarını güvenceleyici, ama kötüye kullanımları önleyici düzenlemeler yapmak. Ne var ki, hukuk, özellikle sanal alanlarda yetersiz kaldığından, etik öğeleri öne çıkarma gereği bulunmakta.

Etik ilkeler, ortak bir ahlak anlayışı üzerinde çalışmayı gerekli kılıyor. Gerçi, “genel ahlak”, bazı özgürlükleri sınırlama nedeni olabiliyor. Buna karşılık, asgari ahlaki kurallar üzerinde uzlaşma sağlamak da önemli. Böyle bir uzlaşma, birçok hak ve özgürlüğün ihlalini önleyerek, hukuku etkili kılabilir. Aksi halde, teknolojik gelişmeleri, “korku toplumu” yaratma yönünde kullanma cüreti özendirilmiş olur..

Özetle sorun şu: politik şahsiyet olsun veya olmasın, “özel yaşam hakkı” üzerinde ortak bir duyarlılık ve ahlak anlayışı oluşturmak. Bunda kullanılacak ölçü açık: özel ve mahrem addedilen alan, sadece ilginin rızası ölçüsünde paylaşılabilir. Hukuk ise, ancak başkasına zarar veren veya kamu düzenini ihlal edici nitelikte bir eylemle ilgilenir… Aksi halde: 2009 fikirlerin, 2010 bedenlerin teşhir yılı olacak. Ya 2011? Bütün bunlarda, teknolojik olanakların resmi makamlarca kullanım şeklinin payı açık. Hepsi hükümetin sorumluluk alanında…

Yoruma kapalı.