“ Avrupa: Türkiye için mi, AKP için mi? ”

- Devamı için tıklayınız -

Demokrasiden en çok konuşulduğu zamanlar, hukukun en arka plana itildiği zamanlar mı? Oysa, tam tersine, demokratik söylemin yoğunluğu hukuka saygıyı da arttırması gerekmez mi?

Neden? Çünkü, hukuku demokrasi üretir; demokrasinin olanak tanıdığı müzakere süreci, herkes için bağlayıcı kuralların gücünü pekiştirir. Hukuku yaratma ile hukuka saygı arasında sentez yapabilmesi ölçüsünde, demokrasi erdeminden söz edilebilir.

Ne var ki, hukuk kuralları, yöneticilerin elinde amaçları doğrultusunda kullanabildikleri birer araç olunca, hukuk ve demokrasi arasındaki diyalektik, tersine dönüyor: hukuk en az olunca, aslında demokrasinin eşiği de en alta düşmüş oluyor, tıpkı şu anda Türkiye’de olduğu gibi… Sadece iki güncel konu:

HSYK: uygulama, 1924’ten geri…

AYM ve HSYK’yı yeniden düzenleme gereği üzerinde büyük ölçüde görüş birliği vardı. Ama yapma tarzı ve yapılacak düzenleme şekline yoğun itirazlar yapıldı: ister seçimle ister atamayla belirlensin, adı geçen kurum yargıç ve üyeleri, Yürütme güdümünde olmamalı ve bu görevin gereklerine en uygun kişiler getirilmeli. Düzenleme, bu amaçları sağlamaya yönelik olmalıydı.

AKP, yapılan önerileri elinin tersiyle itiverdi; düzenlemede siyasal saik belirleyici oldu. Üzerinden bir ay bile geçmeden ürünleri toplanmaya başladı. HSYK için yapılan “güdümlü” seçim sonuçları ortada…

– Bu süreçte, şaşırtıcı olan bazı akademisyenlerin, adeta “kraldan çok kralcı” tavrıyla yapılanları desteklemenin ötesinde özendirmiş olmaları… Parti hizmetine kolaylıkla sunulabilen unvanla bilimsel ahlak bağdaşır mı?!

– 2010 Anayasa değişikliği için “1982’den de geri” diyorduk. Ama uygulama, 1924’ün de gerisine götürecek gibi. Neden? Çünkü, o zaman yargı yasallık düzleminde yürütmenin güdümünde idi. Hiç değilse, anayasaya uygunluğu sorgulanabilmekte idi. Ama şimdi, göstermelik de olsa anayasallık denetimi var olduğuna göre, öyle bir sorgulama da yapılamayacak; zira, AYM meşrulaştırıcı bir işlev görecek veya araç gibi kullanılacak…

Hukuk, üniversiteye de gerekli…

2008 Anayasa değişikliği, örtünmüş (saç, boyun ve boğaz) kızların üniversiteye girebilmesine hukuki olanak tanımak amacıyla yapıldı. Değişikliği iptal eden AYM kararına saygı gösterildi ise de, iktidar çevreleri bu kararı, Mahkeme’yi yeniden yapılandırma gerekçesi olarak kullandı. Kısacası, hukuki durumda iki yıl öncesine göre herhangi bir değişiklik yok… Bu durum karşısında, örtünün önünü açmak için iki seçenek var: ya yeniden Anayasa değişikliği yapmak, ya da “ yeni” AYM’nin yeni kararını beklemek.

Fakat, bu iki seçenek yerine, sorun, fiili dayatma yoluyla çözülmeye çalışılıyor. Bunun en az üç sakıncası var:

– Örtülü öğrencileri denetleme sorunu, kimlik ve kulaklık gibi…

– Açık öğrencilere yönelik güvenceler..

– Kamu görevinde örtünme serbestliği üzerine belirsizlik.

Aslına eğer iki yıl önce yapılan anayasa değişikliğinde bu değinilen öğeler dikkate alınsaydı, muhtemelen AYM iptal kararı vermeyecekti…

Soru: eğer toplumu çatışma eşiğine sürükleyen bu kadar önemli konuda hukuk kullanılmayacaksa, AYM neden yeniden yapılandırıldı?

Ayrışma derinleşiyor…

Her eleştiriye yanıt yetiştirmeye çalışan sn. Başbakan, “7 yıl öncesine kadar kamusal alan kavramı hiçbir zaman kullanılmadı.” diyor. İşte bir örnek: “Özgürlük ve demokraside ‘mekan’ kavramı”( 22.5.99). Bu yazıda, özel, kamusal-sosyal ve resmi mekan ayrımı öneriliyor.(bkz. İ. Kaboğlu, Anayasa ve Toplum, İmge, 2000).

Avrupa referansı sıkça kullanılır: “Örtülü biri Avrupa kurumlarına girebiliyor, ama CB köşküne hayır.”

Aslında resmi mekan olsa da “Köşk”e, resmi görevi bulunmayan bir hanımın girmesi olağan. Fakat burada dikkat çeken nokta, neden üç yıl önce sokulmadı da bugün. Tıpkı örtünen öğrenciler gibi, neden o zaman değil de şimdi. Yanıt açık: çünkü artık iktidar pekişti. Gerçi hukuk da iktidar hizmetine sunuldu, ama düzenleyici işlevi nasıl gözardı edilebilir? Esas üzerinde durulması gereken nokta bu…

Yoruma kapalı.