“ ANAYASA GÜNDEMİ CİDDİYE ALINABİLİR Mİ? ”

- Devamı için tıklayınız -

Meclisteki CHP’lilerin and içmesinin ardından, BDP’liler Meclise gelirse, yeni anayasa için kollar sıvanacak ve anayasa yapım çalışmaları başlayacak… Verilen hava bu. Sanki, 12 Haziran seçimleri sonrası oluşan TBMM, öncekilerden hukuken farklı ve sadece yeni anayasa yapmak amacıyla seçilmiş. Böyle olunca, yaratılan havaya göre, “anayasa için her şey hazır, CHP ve BDP, hapiste tutulan milletvekilleri için mızıkçılık yapmasa!”.

Peki, BDP’nin de eyleminden vaz geçmesi, anayasanın yolunu açmaya yeter mi? Hayır, çünkü, bu yolu henüz bilen yok. Şimdilik bilinen, “gelin anayasayı hep birlikte yapalım!” söylemi ve bunun hiçbir hukukî yeniliği veya anlamı yansıtmadığı… Usul sorununu geçelim. Seçim sonrası sergilenen politik tavır, yenisi bir yana mevcudunun bile gerisinde. Ya “tükürüklü söylem”? Bırakın anayasa veya seçilmişlik sıfatını, vasat bir kişi tavrı olmaktan bile uzak…

CHP’lilerin andı için, AKP ve CHP’nin demokrasi ve özgürlükler vurgulu ortak irade açıklaması, bu köşede sıkça işlediğim konu olan “anayasal yorum”a vurgu yapması bakımından olumlu kuşkusuz. Anayasa hedefinin vurgulanması ise, BDP’nin de içinde yer alacağı somut adımlarla test edilebilir ancak…

Aslında, 1982 Anayasası ve 1961 Anayasası açısından güncel sorunlarla bağlantılı öne çıkarılan veya göz ardı edilen konular arasındaki çelişki, anayasal arayışın içtenlikten uzak olduğunu göstermiyor değil:

-1961 mirasını inkâr: 9 temmuz, 1961 Anayasası’nın ellinci yılı. Vesayetçi yafta, bugünkü siyasal statükoyu övmenin adeta “besmelesi” haline geldi. Öyle ki, 1961 anayasasının yansıttığı fren ve denge mekanizmalarını dillendirmek bile, hicap verici bir algılamaya dönüştü. Çünkü, arkasında askeri darbe vardı. Kuşkusuz darbeye karşıtlık, demokrasinin başlangıç eşiğidir; ne var ki, ülkeyi duvara toslatan DP iktidarına övgüler dizmek, demokrat olmaya yetmiyor…

Şu sorulmaya değer: yeni anayasa isteyen siyasal zevatın ne kadarı, 1961 Anayasasında öngörülen kurumlar dengesi vb kuralları yeni anayasa için düşünür?

-Milletvekilliği düşürülebilir mi? 1982 Anayasası md. 84 gereği, devamsızları, vekillikten düşürmekle tehdit edenler, acaba bazı milletvekillerinin “Anayasaya aykırı olarak” hapiste tutulduklarının farkında değiller mi? Ya da, YSK’nın düşürme işleminin “Anayasaya uygun olmadığı” akıllarına hiç gelmez mi? Anayasa dışı bir uygulamaya son verilmesi amacıyla ortaya konan eyleme, Anayasa’nın tanıdığı bir olanağı yaptırım olarak uygulamayı telaffuz etmek bile, çoğunluk cüreti ya da demokrasi açığı değil mi? Genel ilke olarak anayasa, muhalefetten çok iktidarı sınırlar; ama bizde, iktidarı pekiştirme, muhalefeti ise sindirme aracı olarak görülüyor.

Temsil krizi aşıldı mı? “2011 Meclisi, temsil krizini çözdü, çünkü” deniyor; “seçimlere katılım çok yüksek, parlamentoda temsil edilen partilerin oy oranı çok yüksek; üstelik, adı geçen partiler, yeni anayasa iradelerini ortaya koydular”.

Oysa, seçim barajının fiili ve psikolojik olumsuz etkisi, bunun yarattığı oy kaymaları göz ardı ediliyor. Dahası, 12 Eylül anayasa halkoylamasından galip çıkan siyasal parti, seçimlere hem bu psikolojik üstünlükle girdi; hem de yeni anayasal kurumlar bütününü buna yönlendirdi.

Bu nedenle, yeni anayasaya giden yolda asıl sorun, çoğunluk partisinin ilk ve son sözü söyleme konumunda olup olmayacağıdır. Eğer böyle olacaksa, hazırlanacak metin, yeni bir anayasa olma özelliğine kavuşamaz; çünkü yeni olması için, geçen yıl yapılan değişikliklerin de yeniden ele alınması gerekiyor. Bunları da kapsamına alacağı varsayımında bile, yeni kurumların oluşturulmasına yine kendi damgasını vuracağına göre, yeni anayasa amacı gerçekleşmez. Bu nedenle, yeni anasayaya giden yol ve yöntem üzerinde öncelikle kafa yormak gerekiyor…

Anayasal darbeseverlere dikkat! Seçim kampanyası sırasında AKP lideri Erdoğan, “367 milletvekili elde edersek anayasa için referanduma ihtiyacımız olmayacak, Meclisteki çoğunlukla bu işi kotarırız” gerekçesiyle oy sayısını elden geldiğince yükseltmeye çalışıyordu. Ne var ki, 367 hedefi bir yana, 330 eşiğinin altında kaldı. Bunun anlamı şu: AKP, Anayasa’nın bir tek maddesi için bile diğer partilerle işbirliği yapmak zorunda.

Anayasa’nın yenilenmesi ise, Meclis çatısı dışında daha geniş bir mutabakat ortamını hazırlamak ve yeni mekanizmaların oluşturulması ile mümkün. Bunun için, 1982 Anayasası’nın belirlediği usule ilişkin kurallar hareket zemini oluşturmaktadır. Yani, mevcut usul kuralları, yenilemenin asgari ölçütleridir. Başka bir söyleyişle, yeni anayasaya giden yolu yürürlükteki Anayasa açmalıdır. Çünkü, olağan hukuk düzeni, anayasal yenileme sürecini rejimde kırılma ya da kopma olmaksızın gerçekleştirir.

Bu nedenle, bazı çevrelerin, yeni anayasa için, 330 sayısının bile gerekli olmadığı biçiminde görüşler öne sürmesi, olsa olsa bir “anayasal darbeseverlik” şeklinde nitelenebilir. Bunu, AKP’nin bile ciddiye almayacağı açıktır. (Hatırlayalım: kapatma davasında akıl hocaları!, AKP’ye savunma yapmayarak davayı protesto etmesini önermişlerdi…). Yine de, anayasal konuların dışındakilerde zihin karışıklığı doğmaması için dikkatli olmakta yarar var…

Evet, “anayasa gündemi ciddiye alınabilir mi?” Konu üzerinde bir de bu soru açısından düşünmekte yarar var…

Yoruma kapalı.