“ KRİZLER KISKACINDAKİ AKDENİZ ”

- Devamı için tıklayınız -

Krizler kıskacındaki Akdeniz…

Doğal olarak, Karadeniz çalkalanan, Akdeniz ise, ismi ile müsemma durgun deniz olarak anılır.

1990’lı yılların başında Karadeniz bölgesi, politik olarak da derin çalkantılara sahne oldu; Çernobil nükleer felaketinin dumanları henüz dinmeden…

O yıllarda, Barselona Sözleşmesi tartışılıyordu; Akdeniz’in çevre kirliliğine karşı korunması amacıyla hazırlanan sözleşme. Anayasal ve siyasal düzlemde tartıştığımız konular arasında, Akdeniz havzası devletleri ve halklarını birleştirmeye en elverişli alan, “çevre” idi…

Bunu, Karadeniz’in çevre kirliliğine karşı korunması sözleşmesi izledi. Bu arada, Türkiye’nin (daha doğrusu Özal’ın) öncülüğünde kurulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ), unutuldu gibi…

ALTYAPI VE ÜSTYAPI İÇİÇE

Akdeniz’in güneyini 2011’in başından beri halkalar halinde çevreleyen siyasal kriz, anlık olaylar zinciri değil: yılların birikimi var, üstelik sadece politik de değil: iktisadî, toplumsal ve tarihsel nedenler, hatta uluslararası etkiler, iç içe geçmiş durumda.

Güney’deki halkalar uzayadursun, bu kez “iktisadî kriz” halkaları, Akdeniz’in kuzeyini sarsmaya başladı. Sadece yönler farklı oldu: Güney’de Mağrip’ten Maşrık’a doğru yayılırken; Kuzey’de tersine, Doğu’dan Batı’ya, Ege’den İberya yarımadasına doğru…

Görünürde, “iktisadî kriz”: Yunanistan’da sosyalist PASOK lideri, “sağcıların enkazı”ndan yakınırken; bu kez İspanya’da tam tersine sağcı Halk Partisi lideri, “sosyalistlerin enkazı”ndan şikâyetçi.

Bu ülkeleri, Avrupa (AB) kurtarmaya çalışadursun, iktisatçılar, konuyu “küreselleşme” etkenleri ışığında da tartışmaya başladı. Başka bir anlatımla, Akdeniz’in kuzey yakasında olup bitenler, ne sadece ekonomik, ne de iç etkenlerle açıklanabilir; tıpkı Güney yakası gelişmelerini, sadece siyasal ve iç etkenlerle açıklayamadığımız gibi…

Avrupa bütününe gelince; AB, “Anayasa baharı” yaşadığı 2004-2005 siyasal ve iktisadî Avrupa’sından hayli uzak. AB Anayasası’nı, ikircikli Fransa’ya göre iştahla savunan Almanya, mesela bundan böyle Yunanistan’la birlikte aynı anayasal çatı altında yaşamayı artık zor kabullenir…

TÜRKİYE’NİN “ÜÇ YÜZ”Ü

Bu mekân ve ortamda Türkiye, üç farklı standardı yansıtıyor. Dışa karşı “iki yüz”, birbirinden farklı; içteki durumu ise, dışa dönük yüzlerinden tamamen farklı:

– Avrupa (AB ve Akdeniz kuzeyi) karşısında “ekonomik istikrar” övüncü yanı sıra, Akdeniz’in güneyi karşısında “demokratik model” olma isteği öne çıkıyor…

– İçerideki durum ise, dışa dönük mesajlarla tamamen çelişkili: sadece derin eşitsizliklerin ve kayıt dışılığın damgaladığı ekonomik yapı değil; yine sadece, bakış açıları “komünist avcılığı” evresinde kalan yönetici zihniyete mahkum olduğu için değil; giderek ağırlaşan insan hakları ihlâlleri nedeniyle de değil yalnızca. Hatta, seçimlere indirgenmiş olan demokrasinin bugünkü tablosu da değil sadece… Ne öyleyse?

İki şey:

1) Birlikte bu dört olumsuzluğun toplamı,

2) Olduğu kadarıyla bugünkü siyasal rejimin geleceğe yönelik seyri: muhalefeti, yaşam tarzı ve fikrî farklılığı yönlerinden sürekli öğütme/azaltma seferberliği ile, çoğunluğunu pekiştirmek amacıyla daha çok doğum seferberliği arasındaki ters orantı. Bunun anlamı şu: Türkiye’deki “demografik dengesizliği”, çoğunluk partisini hâkim parti durumuna getirmek için bilinçli bir politika….

YUNANİSTAN’DA ASKERİ DARBE…

Normandiya’da, yani bu kez Avrupa’nın kuzeyinde, güney Akdeniz’de tanık olunan geçiş süreci üzerine “Devrimin anayasa hukuku yoluyla açıklanması” dersinde, birinci sınıf öğrencisinin şu sorusu, haftanın ilk yarısına damgasını vurdu: “Yunanistan’da askerî darbe olacak mı?”

Böyle bir sorunun artık Türkiye için sorulmuyor olması, rahatlatıcı görünebilir. Ne var ki, “hâkî yeşil”den çok çekmiş olan bir ülkenin, “türbe yeşili tek parti” hâkimiyetine mahkûmiyeti, kaderi olmasa gerekir.

Anadolu yönünde esen “Kuzey rüzgarı”, 20. yy. Cumhuriyet yöneticilerini hep ürküttü… 21. yy. başında aynı yönden gelen ama bu kez komünist değil, otoriter esinti (Putin), hüsn-ü kabul görüyor. Güneye ve Akdeniz havzasına verilmeye çalışılan “demokrasi dersi”, Kuzey esintisinin örtüsü olarak kullanılabiliyor…

ORTAK PAYDA UNUTULMASIN!

Bölgeye dönecek olursak; çok yönlü bunalım halkaları, Akdeniz ve Karadeniz havzalarının çevresel korunmasını unutturmuş görünüyor. Türkiye ise, böyle bir ortamda, Anadolu’yu, kuzey ve güney kıyıları için tasarladığı nükleer santrallarla kuşatma yolunda… Oysa, bölgesel ölçekte Güney’de ve Kuzey’de -başta anayasa gelmek üzere- yeni arayışlar yolunda, ancak “çevresel yaklaşım” güçlü bir ortak payda oluşturabilir…

Yoruma kapalı.