“ KURAN’DA SADECE İKİ MEVSİM VAR… ”

- Devamı için tıklayınız -

KURAN’DA SADECE İKİ MEVSİM VAR…”

“Türkiye, AKP Hükümetleri döneminde iç ve dış siyasal ve anayasal dönüşümler geçirdi. İçeride; yargı organını kendisine bağladı; muhalefeti susturdu-sindirdi, Ordu’yu dizginlemekle kalmayıp dize getirdi. Bütün fren ve denge mekanizmalarını kaldırdı. Rejimi İslamileştirdi… AB ile ilişkilerde ise, artık AB’ye girme iradesi bulunmadığı halde, istekli olduğu görüntüsü yaratıp, AB sorumlularına karşı kozlarını kullanırken, bunun sağladığı avantajlardan kendi yandaşlarını yararlandırmayı amaçlıyor. Arap Baharına dönük yüzü ise, iki yönlü bir gelişimi yansıtıyor: Osmanlı iştahı ve İslâm dünyası ile bütünleşme…

Arap Baharı adı verilen süreçte, Tacikistan’dan Fas’a uzanan İslâm coğrafyasında Türkiye yerini almış bulunuyor. Bu kuşakta yer alan devletler, siyasal İslâm’la özdeşleşerek yeni bir güç merkezini oluşturma yolundadır…”.

Bu sözler, Moskova’dan meslektaşın Szczecin Üniversitesindeki benimle ortak dersinden.

Türkiye’nin, dikkatini Güney’de olup bitenlere çevirdiği, hatta izlemekle yetinmeyen Hükümet’in, olayları yönlendirmeye alabildiğince hız verdiği bir dönemde, yukarıdaki gözlem rahatsız edici gelebilir.

Öyle ya, otoriter ve diktatör yönetimleri alaşağı eden ülkeler için model olup olmayacağı tartışılan bir devlet üzerine yapılan bu değerlendirme, aslında “Türkiye’nin tercihini çoktan yaptığı” anlamına geliyor.

Bu durumda, Türkiye’nin Müslüman-Arap devletlerini, lâiklik ve demokrasi ekseninde esinlemesi bir yana, tam tersine onlar kendisini esinlemiş, hatta dönüştürmüş oluyor. Bu varsayımda, Türkiye, eksenini belirlemiş oluyor. Bundan sonra kendisine düşen, adı geçen Asya-Afrika hattında siyasal İslâmın yayılmasına katkıda bulunmak.

Bu gözlemler ile, geçen yazımda aktardığım, Tunus Ennahda Partisi lideri R. Gannuşi’nin seçimler sırasında “Türkiye’yi kullanım” tarzı arasında örtüşme var…

Bu ortamda, uhrevî ve dünyevî tercih arasında bocalayan Tunus’un Türkiye’ye bakışı, tam bir ikilemi yansıtıyor. Tunus’un kazanımlarına demokratik rejimde ivme kazandırmayı amaçlayan kesim ile, oy sayısını demokrasi ile özdeşleştiren çevreler arasında gizli-açık bir çekişme var. Türkiye, her ikisi için de cazip:

1.-Lâiklik-demokrasi birlikteliğini sağlamış, ama nüfusunun çoğunluğu Müslüman bir ülke.

2.-Yönetimi bile İslâmileşmiş bir devlet.

Türdeş bir toplumsal yapı, anayasa sürecini kolaylaştıran bir özellik; ama, Tunus, dinsel olan ile dünyevî olan ayrımı veya ilişkisinde çok bocalayacak görünüyor. Bu kısır döngü, fren ve denge mekanizmalarını yansıtan bir anayasal yapının kurulmasını hayli zorlaştıracak gibi…

Fakat burada asıl dikkat çekmek istediğim, Güney/Kuzey çapraz bakış açıları ışığında Türkiye’de olan biteni anlamlandırmak.

Yaygın-sistematik ve giderek ağırlaşan hak ve özgürlük ihlâllerini dillendirmek için, 10 Aralık İnsan Hakları haftasını beklemeye gerek yoktu. 10 Aralık, “ihlâller bilançosu” için bir vesile olarak görülebilir. Yoksa, insan hakları anma etkinlikleri, ne siyasal karar mercilerini hak ihlâllerini azaltma iradesini ortaya koymaya yönlendirebilir; ne de toplumsal duyarlılık yaratma işlevi görebilir!

Kuzey Rüzgarı ile Güney esintisi arasında Anadolu’dan birkaç sıcak olay, bunun kanıtı:

-Anayasa’ya aykırı mevcut yasalara dokunmamak bir yana, yeni çıkarılanlar da Anayasa’ya aykırı…

-İnsan haklarını iyileştirici reform yapma bir yana, yapılanları bile uygulamaya koymayan bir “siyasal statüko” var. Örneğin, Bölge adliye mahkemeleri unutulmuş görünüyor. Buna karşılık, “1000 molla kadrosu tahsisi”, dinselleşme ve bu yolla “siyasal kliantelizm”i pekiştirme aracı. (Buna karşılık, Hukuk Fakültelerinde bir anabilim dalında sadece bir araştırma görevlisi kadrosu için tam 10 yıl beklemek gerekiyor…)

-Hopa davasındaki tahliyelere sevindik. Oysa, daha çok, “bu gençler, neden beş ay boyunca özgürlüklerinden alıkonuldu?” diye sorgulamamız gerekiyor. Aslında Hopa davası, tutuklu yüzlerce öğrenci, onlarca gazeteci, yine fikrî muhalefeti nedeniyle onlarca tutuklu aydın, üniversite ve ordu mensubunun bir tür “prototipi”. Demokratik muhalefet, “ortak payda” oluşturmuyor mu?

-Yasama, yürütme ve yargı düzlemindeki bütün bu ciddi sorunları görmezden gelen kayda değer basın ve yayın zevatı, 2014 yılında Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasındaki görev değişimi üzerine kafa yormakla meşgul…

Mağrip’ten aldığım esinti: Kuran’da bahar yok, sadece iki mevsim var. Bu nedenle, Arap baharı yok; bu bir “Amerika baharı”dır.

Polonya üzerinden esen Moskova rüzgarı ise; “siyasal İslâm” coğrafyasına götürüyor Türkiye’yi…

Anadolu’da estirilen “demokratik muhalefeti bastırma rüzgarı”, “Amerikan kasırgası”nın etkilerini hafifletmek amacıyla oluşturulan bir zemin mi yoksa?

Yoruma kapalı.