“ KHK/Yasa/Anayasa: Hangisi daha üstün? ”

- Devamı için tıklayınız -

KHK/Yasa/Anayasa: Hangisi daha üstün?

12 Mart döneminde olmuştu; ama, 12 Eylül yönetiminde daha belirgin olarak yaşandı: Önce, yasal altyapı hazırlanıyor; sonra, anayasal çatıya geçiliyor. 2012’nin yeni anayasa yılı olup olmayacağı belli değil; ama, 2011’den bu yana, yoğun bir biçimde Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ve yasa yapım faaliyeti yürütülüyor. Bunların “yeni anayasa süreci” ile ilişkisi ne?

Önce, şu belirtilmeli: TBMM’nin asli görevi yasa yapmak olduğuna göre, yürürlükteki yasalarda degisiklik yapması, yenilerini hazırlaması, olağan ve gerekli. Şu halde, TBMM’nin yasal düzenleme yapması, anayasal süreçten bağımsız olarak doğal ve vazgeçilmez. Hatta, TBMM’nin yasama çalışmalarını kesintisiz yürütmesi gereği, yeni anayasa için ayrı bir anayasa meclisi seçilmesi yönündeki önerinin başlıca dayanakları arasında yer almaktaydı.

Dahası, anayasa için izlenen yöntem hangisi olursa olsun, TBMM’nin yeni anayasal düzenin önünü açmak amacıyla, insan hakları ve demokrasiye ilişkin yasaları elden geçirme gereğini sıkça bu köşede dillendirdim. Anayasa Meclisi seçilmesi varsayımında, TBMM, etkinliklerini daha çok yasalar üzerinde yoğunlaştırabilecekti.

Gerçi Meclis, yasama çalışmalarını sürdürüyor. Ama, çıkarılan yasalar, yeni anayasal süreci kolaylaştırmak bir yana, daha çok tıkayıcı özellikler taşıyor. Bu durum, TBMM ve Anayasa Uzlaşma Komisyonu Başkanı C. Çiçek’in, Meclis’teki yumruklaşmalardan duyduğu tedirginlikle sınırlı değil. Başkan, görüntü ve güven arasında ilişki kurarak, eylemli kavgaların damgaladığı Meclis’in anayasa yapamayacağı inancını doğurmasından kaygılı. Bunda aslında haklı; öyle ki, “bu Meclis anayasa yapmamalı” görüşünü doğrulayan bir tür özeleştiri de sayılabilir. (Günlük siyasi çekişme ve kavgaların dışında anayasa çalışmaları ile yeni meclis fikri örtüşüyordu….).

Fakat, tanık olunan bu güncel sorun, biçim veya görüntü ile sınırlı değil: Kavga, yumruklaşma ve hatta boğazlaşma, tek başına çatışmacı siyasal kültür ile de açıklanamaz. Sorunu tetikleyen, temel sorunlar üzerinde consensus yokluğu ise, “eylemsel çatışma”nın nedeni, izlenen yol ve yönteme ve zamanlamaya ilişkin.

Şimdi daha iyi anlaşılıyor, KHK’leri kullanma sıklığı ve tarzı: 2011 seçimleri öncesi ve sonrası çok yoğun bir KHK’ler dönemi yaşandı. Söz konusu KHK’ler, anayasal çerçeveye aykırı olmakla kalmayıp, “torba” şeklinde, yasalara bile yabancı bir usul izlenerek düzenleniyordu. Bunların başında, bakanlıkların yeniden örgütlenmesi geliyordu.

Mesela, önce, “Çevre, Orman ve Şehircilik Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK” (636 sy.lı), birkaç hafta sonra, “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı” ile “Orman ve Su İşleri Bakanlığı” (644 ve 645 sy.lı) çıkarıldı. İzleyen haftalarda ise, 648 ve 653 sy.lı KHK’lerle öncekiler üzerinde yeniden değişiklikler yapıldı…

Sorun, sadece bu denli temel konuların KHK yoluyla ve çalakalem, alelacele bir yöntemle kotarılmasından kaynaklanmıyor. Burada, bu yazıyla doğrudan ilgili üçüne değineceğim:

-Bu düzenlemeler, daha çok bürokratlarca kotarılıyor, seçilmişlerce değil…

-Daha önemlisi, bu denli temel kurum ve yetkilerin yeniden düzenlenmesinde TBMM’nin devre dışı bırakılmış olması. Egemenlik yetkisi, müzakereci demokrasi ve saydamlık ilkeleri, yok sayıldı.

-En önemlisi ise, adı geçek KHK’ler ile sadece siyasal rejimin işleyişine ilişkin en üst idari ve siyasal yapılar yeniden düzenlenmemiş; aynı zamanda devlet biçimi konusundaki tercihler vurgulanmış: Yerelin yetkileri merkeze geçirilirken, koruma kurulları ve odalar gibi meslek kuruluşları, ya devre dışı bırakılmış, ya da görev ve yetki alanları iyice daraltılmış…

Bunların anlamı nedir?

Değinilen düzenlemeler, yeni anayasa yoluyla çözüm aranan sorunlara ilişkin: Yeni anayasa ile çözüme kavuşturulması beklenen iki sorundan biri, merkez-çevre ilişkisinde, adem-i merkeziyete doğru kaymak; diğeri ise, devlet-din ilişkisinde, devleti, farklı din ve inançlar karşısında elden geldiğince nötr (mesafeli ve tarafsız) bir konuma getirmekti.

Oysa, gerek KHK, gerek eğitim sistemini değiştiren “4+4+4” düzenlemeleri, anayasal hedefin tam tersi bir işlev üstlenmiş bulunuyor.

Bunlara uygun bir anayasa, sorunları çözen yeni bir anayasa değil, sorunları daha da derinleştiren geri bir metin olabilir ancak. Eğer bütün bu kurallar, yapılar ve mekanizmalar, yeni anayasada dikkate alınmayacaksa, bu ivecenliğin, bunca emek ve para israfıyla, henüz erginlik çağına ulaşamamış bulunan demokratik sürecin sakatlanmasi neden?

Yoruma kapalı.