“ “AÇIK VE YAKIN TEHLİKE” NE? ”

- Devamı İçin Tıklayınız -

“AÇIK VE YAKIN TEHLİKE” NE?

“Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun, cennet-i alâ meyhane midir? / Her mümine 2 huri vereceğim diyorsun cennet-i alâ kerhane midir? – Bilmem fark ettiniz mi nerede yavşak, adi, magazinci, hırsız, şaklaban varsa hepsi Allahçı” .

“Toplum kesimleri arasında oluşmuş ve ortaya çıkan bir infial, herhangi bir taşkınlık saptanmamış, kamu güvenliğini bozan herhangi bir somut olgu da meydana gelmemiştir…”

İlk alıntı, F. Say’ın 10 ay mahkûm edilmesi sonucunu doğuran cümleler (İlk derece mahk).

İkinci alıntı, -kısaca- üst kimlik olarak “Türkiye yurttaşlığı” önerildiği için -üç yıla kadar hapis istemiyle dava konusu edilen- Azınlık ve Kültürel Haklar Raporu nedeniyle Yargıtay Ceza Genel Kurulu (YCGK) kararından ( E. 2007/8-244, K. 2008/92).

İktidar (Sünnî) ve muhalefet (Türk)

Türkiye’de, din ve soy temelindeki iki büyük kırılma giderek derinleşiyor.

Kendini Orta Asya göçmeni addedenler, ülke adını kabullenemez aradan bin yıl geçse de. İslâm dininin hakikî temsilcileri olarak Araplar kendilerini saysa da, sonradan Müslüman olanlar, “kraldan çok kralcı”.

İki eksenli derin ayrışma; farklı görüşlere, tartışma ve ifade özgürlüğüne şal örtmeye çalışıyor ve irrasyonel.

Biri, “başka inancalara geçit vermeyeceğim gibi kendi inancımı da tartıştırmam” diyor:“Herkes Müslüman ve Müslümanlıkları, benden sorulur; yani, benim anladığım anlamda Müslüman.” Diğeri, “Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür.” diyor. Yani, insan topluluğunun kökenini ve adını “ben belirlerim” diyor.

Türkiye adına karşı değiller; ama Türkiyeli olmaya karşılar. “Türkistanlı mısın?” sorusuna da “hayır” derler herhalde. Onlara göre, Mısırlı, Suriyeli, Tunuslu, Faslı ve Cezayirli olunmaz. Eğer, bu Devletlerin Anayasalarını yazma olanağı verilse kendilerine, muhtemelen ülke adına atıf yapan bütün yurttaşlıkları silip, hepsini “Araplaştır”ır!

Kucaklayıcı vatandaşlığa açık olan AKP ile lâikliği savunan CHP, aslında Cumhuriyet’in sadece birer ilkesini sahiplenmiş bulunuyor: Yurttaşlık ve lâiklik.

CHP, etnisite yerine yurttaşlığı, AKP, din yerine din özgürlüğünü savunabilseydi; her ikisi, “eşit yurttaşlık” ve “laiklik”te buluşabilirlerdi.

Ne var ki, her iki parti “eşitlik” ilkesini göz ardı etme yönünde birleşiyor: AKP, Sünnî olanlar ve olmayanlar açısından, CHP ise, Türklüğü hâkim bir kalıp olarak sunduğu için; birlikte, “din özgürlüğü” ve “eşit yurttaşlık” ilkesini ihlâl ediyor. Dolayısıyla, Cumhuriyet’in, “laiklik, eşitlik ve yurttaşlık” üçlüsü üzerinde oydaşma sağlanamıyor.

“Kamu barışı” nasıl bozuldu?

Yukarıda alıntı yapılan karar, 5237 sy.lı TCK md.216/1’de yer alan “açık ve yakın tehlike” kavramının YCGK tarafından yapılan ilk yorumu.

Davanın konusu özetle “Türkiye” idi: Devletin ve ülkenin adı “Türkiye” olan bir mekânda yaşayanlara “Türkiye yurttaşı” veya “Türkiyeli” denmesi.

Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu tarafından kabul edilen (2004) ve üst kimlik olarak “Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı” önerilen “Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporu” nedeniyle, yine Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığının suç duyurusunda bulunması üzerine, dava, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçunun (TCK md. 216) işlendiği gerekçesiyle açılmıştı. Ankara 28. Asliye Ceza Mahkemesi’nin beraat kararı, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nce, bir yıldan üç yıla kadar cezalandırılma gerektiği görüşüyle esastan bozulmuştu. YCGK; “… ulusal, etnik kimlik tanımlamasından vazgeçilerek farklı bir yöntemin benimsenmesi, böylece alt kimlik-üst kimlik çatışmasına son verilerek, farklı kimlik ve kültüre sahip bireylerin kendi kimliklerini koruma ve geliştirme haklarının güvence altına alınması gerektiği ileri sürülmektedir. Bilimsel içerikte olan ve yapılan görev ile ilgili olarak hazırlanan raporun,….” şeklinde gerekçeyle, yapılan önerinin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında yer alıyor olması nedeniyle beraat kararının onadı.

“Açık ve yakın tehlike” kavramını ise, kısaca yukarıdaki şekilde yorumladı.

F. Say hakkında 10 ay mahkûmiyet kararı veren hâkim, Ö. Hayyam’a atfedilen ve F. Say’ın Twitter mesajı olarak aktardığı sözlerin “kamu barışı”nı nasıl bozduğunu (TCK md. 216/3) açıkça ortaya koymalı.

Bunu kanıtlayamaz ise, şu sorular meşrulaşır: Hâkimler, karar okumaktan çok, karar yazan kişiler mi? Hâkimler, hukuku dile getirme yerine, esen siyasal rüzgâra göre karar veren görevliler mi?

Yoruma kapalı.