“ MİLLETVEKİLİ Mİ, HALKVEKİLİ Mİ? ”

- Devamı İçin Tıklayınız -

MİLLETVEKİLİ Mİ, HALKVEKİLİ Mİ?

Kamuoyunda “milletvekillerine ayrıcalık alanını genişleten yasa” şeklinde yansıyan metin, TBMM’de görüşülmeden “partiler ittifakı”nı bozdu. Acaba bu vesileyle, vekillik ve egemenlik tartışması yapılabilecek mi? Vekiller, asıllardan göreceli bir mesafede mi durmalı, yoksa ayrıcalıklı statüleri pekiştirilmeli?

“Millet öyle istiyor!”

Ne halk ne de millet egemenliği, saf anlamında uygulanmadı ve her ikisi de, kayda değer bir evrim geçirdi. Günümüzde, iki anlayışı uzlaştıran Anayasalar da var. Milli egemenlik anlayışının tabulaştırıldığı ülkemizde egemenlik sahibi ile kullanıcısı arasında yapılan ayrımda, millet vurgusu öne çıksa da, belirleyici olan “temsilci iradesi”.

Şöyle ki; temsilci, temel bir konuda karar almak istiyor. Milleti referans alıyor. Fakat, toplumdan bir talep gelmediği için, o yönde bir hareket “tepeden” başlatılıyor ve kamuoyu oluşturulmaya çalışılıyor… Sonra, TBMM devreye sokuluyor. Değişiklik, “millet istediği” (!) için kotarılmış oluyor. (Başkanlık rejimi için yürütülen saha çalışmaları, böyle bir uygulama…). Böylece, bir kişi veya bir grup (oligarşi) isteği, geçmiş-bugünkü ve gelecek kuşakların iradesi olarak sunulabiliyor…

Halk isteyebilir mi?

Doğrudan demokrasi anlamında uygulanamadıysa da halk egemenliği, millet egemenliğine göre daha demokratik: millete göre daha somut bir kavram olan halk, insan topluluğu, yurttaş ve seçmen kavramlarına pek yakın. Yine, yasama seçimleri dışında öngörülen “halkoyu” yolları, seçilen-seçmen mesafesini daraltmakta; demokrasinin sözcük anlamı ile kısmen de olsa örtüşen bir yönetime olanak tanıyabilmekte. Bu nedenle, “millet öyle istiyor” dayatması, halk açısından daha zor.

Anayasa-yasa-Anayasa

Bizde, yasama sorumsuzluğu (ifade özgürlüğü) ve dokunulmazlığı (kişi güvenliği) vb. vekillere özgü güvence ve ayrıcalıklar, bu özgürlüklerin, genel olarak sınırlı tanınmış olması ve güvencelerin ise eğreti kalması ile açıklanabilir. Uygulama ise, seçmen ve seçilen arasındaki açıyı iyice genişletmekte. Şöyle ki; Meclis kürsüsünden seçmene küfreden vekilin sözlerini, “yasama sorumsuzluğu” kapsamına sokan yargıç; seçmeni ise, ifade özgürlüğü kapsamındaki sözleri nedeniyle, sanık sandalyesine oturtabilmekte.

Sosyal güvenlik hakları ve malî ayrıcalıklar da, benzeri bir mantıkla açıklanabilir.

“Anayasa çalışmasında, seçmen ve seçilenler arasındaki belirgin hukuki statü farkı, makul bir eşiğe çekilebilecek mi?” sorusu, geride kalmış görünüyor. Çünkü, AKP’nin tek başına sahiplendiği yasal düzenleme gerçekleşirse, vekiller, protokol düzeninden diplomatik pasaporta kadar bir dizi yeni olanağa kavuşturulacak.

Vekiller de eşit değil…

Bir rastlantı mı? Vekillere ayrıcalık tanıyan öneri ile seçmenlerin haklarını sınırlayan öneri (içki satış ve tüketimi), aynı anda gündeme geldi.

Giderek derinleşen asıl-vekil eşitsizliği, siyasal zevat arasındaki eşitsizliği örtmemeli:

-Vekil, dokunulmazlıkla ilgili md. 83’ün md. 14’e yaptığı yollamadan rahatsızlık duymuyor. Çünkü, çoğunluğun dokunulmazlık dosyası, md. 83’ten.

– Türkiye milletvekilliği gibi garip bir düzenleme iradesi ortaya çıkabiliyor. Buna karşılık, fren ve denge mekanizması olarak senato, telâffuz bile edilmiyor.

-Vekiller, % 10 barajını aşamayan partilerin TBMM’ye girememesinden, oy eşiği % 7’yi geçmeyen partilerin hazine yardımı alamamasından da rahatsızlık duymuyor.

– Aslında, seçmenler -bağımsızlar dışında-, vekilleri seçmiyor; partilerin kendilerine sunduğu aday listesini onaylamakla yetiniyor.

Reyhanlı hangi ülkede?

Demokratik olmayan düzenlemelerden kaynaklanan çift katmanlı eşitsizlikler çizelgesi uzatılabilir… Ama hepsi birlikte, asıllar ve vekilleri arasında derin bir hendek oymakta. Halktan uzaklaştıkça (ama, lidere yakınlaştıkça) ve ayrıcalıklar zinciri uzadıkça, vekilin, halkın ve toplumun sorunlarına çözüm bulma olasılığı azalır.

Egemenlik konusunda da, sanki millet egemenliği doğal bir kazanımmış gibi üzerinde tartışılmayan, ama o denli kötüye kullanıma açık bir kavram… Sonuç olarak, “milli egemenlik = eşitsizlikler hukuku” şeklinde özetlenebilir; adeta, bir tür “vesayetin metamorfozu” (vekilin millet üzerinde). Dillere pelesenk edilen “Güçlünün hukuku değil, hukukun gücü” söylemi (Milli Görüş çizgisi), iktidarı pekiştirme sloganı olarak kaldı…

Pazar günü AKP kadın kolları toplantısında Başbakan’ın heyecanlı konuşmasının sürekli alkışla kesildiği salon ile Reyhanlı acıları, sanki çok farklı ülkelerde… “Tek”ler ülkesi bir yana, federal bir devlette bile “ulusal yas” ilân edilen bu tür bir kitlesel katliam karşısında İstanbul manzaralarına tanık ollunan bir toplumda, “halk egemenliği” olsa ne değişir?

Yoruma kapalı.