1 Eylül, adli yılın başlangıcı ve Dünya Barış günü. TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Barış Komisyonu da barış için kuruldu. Her üçü için ortak payda Hukuk.
Adil olmayan bir yönetimde demokrasi olmayacağı gibi, hukuk ve demokrasi olmadan barış ortamı yaratılamaz. Adalet, adil yargılama gereklerine saygı ile gerçekleşir: Mahkemeye erişim hakkı, mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığı, hukuki araçların eşitliği, yargılamanın saydamlığı ve çabukluğu, savunma hakları, suçsuz sayılma hakkı, gerekçeli karar hakkı ve onu uygulama yükümlülüğü.
Bu ilkelere saygı ölçüsünde adil (düzgün/dürüst/ hakkaniyete uygun) yargılama gerçekleşir. Yasalar, uluslararası sözleşmeler ve anayasal normlar bütününden oluşan anayasal düzen, bu hakkı güvencelemiş bulunuyor.
Ne var ki, 2024-25 adli yılı, adil yargılanma hakkı bakımından bir ‘kara ve en karanlık’ yıl oldu.
Kara yıl, Türkiye için, tıpkı bugün baro görselinde yer aldığı üzere: ‘geçinemiyoruz, engelleniyoruz, saldırıya uğruyoruz, yargılanıyoruz, tehdit ediliyoruz, gözaltına alınıyoruz, itibarsızlaştırılıyoruz, tutuklanıyoruz, öldürülüyoruz, hedef gösteriliyoruz, sömürülüyoruz, tacize uğruyoruz!’
En karanlık, İstanbul Barosu için: 22.12.24 günü Savcılık sosyal medya paylaşımı ile başlayan soruşturma ve davalar zinciri ile resmi dezenformasyon kampanyası, 148 yıllık tarihinde İstanbul Barosu için ‘en karanlık’ dönem.
Adil yargılama hakkı ihlalleri, yürürlükteki hukuk düzeninden kaynaklanmıyor. Çünkü hak ve özgürlükler için gerekli alt yapı var. Buna karşılık, normatif altyapıya saygı için gerekli olan ve oluşumu yüzyıllara dayanan erkler ayrılığına son veren 2017 kurgusal zemini, geçen adli yılı, adeta “anayasal düzeni ilga girişimleri” yılına dönüştürdü, üstelik Yasama-Yürütme ve Yargı ekseninde.
EŞİTSİZLİK ÖTESİ, AYRIŞTIRMA…
Normatif altyapı olarak nitelediğim anayasal güvencelere karşın kitlesel hak ve özgürlük ihlalleri, sistematik bir uygulamaya dönüşmüş; fikrini açıklayan kişiler fiziki özgürlüğünden alıkonulmuş, siyasal iktidarı eleştiren tv ekranları karartılmıştır. Genel olarak, hak ve özgürlüklerini kullanan yurttaşlar, savaş halinde bile geçerli olan suçsuz sayılma hakkından bile yoksun kılınmıştır.
Hukuk devleti (HD), yöneten ve yönetilenin hukukça eşit yönetim ilkesine dayanır. HD üçlüsü olarak görev, yetki ve sorumluluk kuralının kaldırılması, anayasal düzen içinde demokratik çeşitlilik ilkesine son verme iradesine dönüştü. Siyasal iktidar çoğunluğundan farklılaşan yerel yönetimleri (belediyeler) ve kamu kurumları (barolar) işlevsizleştirme süreci, böyle bir iradenin ürünü. Haliyle, yöneten ve yönetilenin hukukça eşit yönetimi bir yana, yurttaşların da hukuk önünde eşitliği kaldırıldı: özgürlük öznesi muhalif insan ve bireyin, suçsuz sayılma hakkı bile yok; ümmet ve tebaa anlayışına yatkın yandaş, suç işlese bile cezasız.
“YA HEP YA HİÇ” KISIR DÖNGÜSÜ…
İlk on yıl, ortağa “her şey” verildi; ikinci on yıl yeni ortakla “her şey “ paylaşıldı. “Ya hep” hedefinde “kişi+parti+devlet” birleşmesi, demokrasinin vazgeçilmezi olan “siyasal münavebe” olasılığı, 23 yıldır iktidarı elinde tutanlar için “ya hiç” riskine dönüştü.
Bu gerçeği örtmek için, darbe ve sivil anayasa söylemleri eşliğinde yaratılan “süper dezenformasyon” ve “sıfır saygı” ikilemi, “hukuksuz Devlet”, “hukuksuz toplum” ve “hukuksuz ülke” şeklinde üç katmanlı keyfi zemin yarattı.
HUKUK VE DEMOKRASİ
Böyle bir dönemde, ‘terörsüz Türkiye’ sloganı eşliğinde kurulan TBMM Komisyonu’nun işlevsel olabilmesinin önkoşulu hukuku etkili kılma iradesinin ortaya konulması. Ne var ki, ‘hukuklu Türkiye’ kavramını bile dillendirilemiyor. Ne büyük çelişki!
Oysa, 2025-26 Adli Yılı’nda adil yargılama gereklerine saygı, iki kavramın birlikte düşünülmesi ve uygulanmasına bağlı: Hukuk ve demokrasi.
İstanbul Barosu etkinlikleri üç yelpazeli adalet eksenine dayanıyor: Yargılamada adalet (hukuk devleti), toplumda adalet (sosyal devlet) ve ülkede adalet (çevresel devlet). Seçimde adalet (siyasal adalet) ise, üçü için çatı işlevi görür.
Yargılamada adalet, sosyal adalet ve çevresel adalet parametresi olarak seçimde adalet, “sandık ve oy tercihi” kalıbı ile sınırlı olmayıp, siyasal iktidarın değişmesine giden yolların açık tutulmasıdır. Bu yolu kapatma iradesi 2024-25 adli yılında zirve yaptı. Biri hükümlü, öteki tutuklu iki siyasal şahsiyet, bu iradenin tipik göstergesi. Selahattin Demirtaş, mahkeme kararına karşın serbest bırakılmıyor; Ekrem İmamoğlu ise, mahkeme kararı bulunmadığı halde mahpus.
YASA OLMADI, YARGI OLSUN
İstanbul Barosu’na yönelik operasyon ise, 2020’de yasa yoluyla başarılamayan baroları parçalama iradesinin yargı yoluyla gerçekleştirme harekatı. Ulusal ölçekte ortaya çıkan çoğunluk iradesi ile örtüşmeyen savunma yönetimlerini, -tıpkı belediyelerde olduğu gibi işlevsiz kılmak için yargı araçsallaştırıldı.
Büyük tablo, 2025-26 adli yılı üzerine de ipuçları veriyor: hukuka dönüş, ancak demokratik değerlerde buluşmakla mümkün.
HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ VE İNSAN HAKLARI
Baroların bu ikili görevi, tam da bu bağlamda tarihsel bir işleve dönüşüyor. Hukukun üstünlüğü, Yasama-Yürütme-Yargı erklerinin Anayasa’ya saygı göstermeleri amacıyla barolar için öngörülen pozitif yükümlülüktür. İnsan haklarını korumak ise, savunma mesleğine içkin bir yükümlülük.
Barolar ve haydi haydi İstanbul Barosu, ‘gerçek ve sözde anayasal gündem ayrışmasını geride bırakma yolunda güncel ve gelecek kuşaklara karşı tarihsel sorumluluğunun bilincinde.
Barolar, bir yandan hukuk devleti ve hukuk toplumu, öte yandan demokratik devlet ve demokratik toplumun kesişme eşiğinde yer alır. Bu nedenle, ‘Barolar bağımsız, avukatlar özgür değilse adalet çöker’.
Erkler ayrılığı ve TBMM önünde sorumlu hükümeti gereğini gözardı etmeksizin, ‘Yasama, Yürütme ve Yargı’yı ve ‘sav, savunma ve hüküm’ üçlüsünü, yükümlülüklerini Anayasaya saygı çerçevesinde yerine getirmeye (kaynağını Anayasadan almayan devlet yetkisi kullanmamaya) çağırıyoruz.
İstanbul Barosu, -demokratik biçimde belirlenen 40 komisyon ve merkezi ile- yurttaşları, yurttaşları savunan avukatları ve baroyu savunmak için katılımcı ve kolektif anlayışla geceli gündüzlü çalışmalarını sürdürme kararlılığında.
Tarihi, coğrafi yetki alanı ve üye sayısı ile dünya ölçeğinde emsalsiz olan İstanbul Barosu, 2025-26 adli yılında yerel, ulusal ve uluslararası ölçekte fikir, dayanışma ve eylem üçlüsünde herkes için, her zaman ve her yerde hukuk mücadelesine ivme kazandıracak. (Gazete Pencere)