“ Anayasa krizi mi, kriz anayasası mı? ”

- Devamı için tıklayınız -

Son yarım yüzyıl siyasal ve toplumsal tarihi, anayasal tartışma ve uygulamalar incelenmeden yazılabilir mi? Acaba toplumsal ve siyasal bunalımlar, sadece anayasa adı verilen bir hukuk belgesine bağlanabilir mi?

Yoğun ve süreğen hale gelen “siyasal kriz” ile anayasa arasında organik bağ kurularak “anayasal dokunma”, neredeyse başlıca ilaç gibi sunulmaya çalışılıyor. Acaba bu sav, ne ölçüde geçerli veya gerçekçi? 1961 Anayasası dönemi ile kısa bir karşılaştırma, bugüne ışık tutabilir.

ASKER-SİVİL DİYALEKTİĞİ Mİ?

1960’lı yılların sonları ve ’70’lerin başlarında yaygınlaşan siyasal ve toplumsal bunalım ve olayların başlıca sorumlusu olarak Anayasa gösterilmekte idi. Başta yöneticiler gelmek üzere, hatırı sayılır geniş bir kesime göre, 1961 Anayasası’nın tanıdığı hak ve özgürlükler, yurttaşlara “bol” gelmekte idi. Elbiseye benzetilen Anayasa, -yürürlüğe girişinin üzerinden sadece 10 yıl geçtikten sonra- makaslanarak daraltıldı; 9 yıl sonrasında tamamen sökülüp atıldı: yurttaş “çıplak” bırakıldı. Yetersizliğinden yakındıkları otoriteyi tümüyle askerlere devreden politikacılar ise, özgürlüklerinden alıkonularak yurttaşlarla eşit konuma indirgendi.

Gerçi, sivilleri iktidardan ve özgürlüklerinden alıkoyan askerler, -yine sivillerin desteğiyle kotardıkları- anayasa ile bu kez onlara daha çoğunu iade etti; kendi anayasal konumunu pekiştirmeyi de ihmal etmeksizin(…)

Gelelim 21. yüzyılın onuncu yılının onuncu haftasına: Türkiye yine bir kavga ortamında. Ama öncekinden farklı olarak artık taraflar, “iktidar sahipleri”.

Soru: bu kavgada yurttaşların, yani hak ve özgürlük öznelerinin payı var mı? En önde olanlar, en çok anayasal yetkiye sahip olanlar değil mi? Aslında, yanıtı da içinde.

Sivil muktedirler, 12 Eylül darbecilerine minnettar olsa gerek; zira, onlara dokunmayı gündeme bile getirmekten kaçınıyor. Fakat tek takıntıları, -gerçek ve/ya sanal- darbe müteşebbisleri. Bu arada, “anayasayı takmayış”, her iki kesimin ortak paydası gibi.

Özetle, asker ve sivil iktidarlar, bu anayasaya bile sığamıyor…

İÇERİK İNDİRGEYİCİ, YÖNTEM SAKAT

Anayasayı takmayanların anayasal takıntısı, 1982’nin temel felsefesi veya etnik/dinsel dokusu değil. “Öncelikli konuları”, HSYK ile AYM üyelerini kimin atayacağı. Bu kuruluşların, anayasal kurumlar ve/ya yargı bütünü bakış açısıyla ele alınması bir yana, hangi niteliklere sahip üyelerden oluşacağı veya görev tanımının ne olacağı bile ikinci planda. Oysa temel anayasal organların görevleri ile statüleri arasında doğrudan ilişki, çok duyarlı bir konu.

HSYK ve AYM’nin üyelik yapısını değiştirme hedefi dışında görünen, bu işin “öfke, kin ve nefret” yoğunluklu bir söylemle kotarılmaya çalışılması. Mevcut bir soruna çözüm için mi Anayasa değişikliği isteniyor, yoksa bir kızgınlığın yatıştırılması için adeta intikam hırsıyla mı böyle bir operasyona gidiliyor? Yanıtı, “kuşatma” söyleminde saklı.

ANAYASA DEĞİL, YASA LÜTFEN

Hatırlanacağı gibi, Cumhurbaşkanı’nın halkoyu ile seçilmesine yönelik Anayasa değişikliği de kızgınlık ortamında kotarıldı. Bu nedenle, CB henüz görev süresini yarılamadığı halde, tartışmalar başladı. Ama esas belirsizlik, bir sonraki CB halkoyu ile ve daha güçlü bir meşruiyetle seçildikten sonra, anayasal kurumların işleyişinde karşılaşılması muhtemel ciddi sorunlara ilişkin…

Gündeme getirilen Anayasa değişikliği ise, öncekine göre daha sakıncalı sonuçlar doğurabilir: çünkü, bu kez, sistemin temel kurumları, “karşılıklı kuşatma” ve bir tür fetih havasında “sanık sandalyesi”ne oturtulmak isteniyor. Üstelik böyle bir operasyon, anayasaya uygunluğu tartışmalı bir referandum ortamında yürütülürse, ’82 Anayasası’nın ilk metninin daha da kıymete bineceğini tahmin etmek, hiç de zor olmaz “Anayasal kriz”de ısrarcı iktidara karşı, “krizin anayasası”na razı olmak.

Bu nedenle, gelinen noktada, anayasadan çok, somut yasal adımların atılması, ülkenin selametle seçime götürülebilmesi için tercih nedeni olmalı. Unutmayalım: insan hakları ve demokrasi çerçevesinde birçok yasa, anayasanın bugünkü haline bile aykırı; Anayasa, yasaların ilerisinde…

SONUÇ: 1961 döneminde, toplumsal kavga, özgürlüklerin fazlalığına bağlandı. ’82 uygulamasındaki siyasal krizlerin kaynağı, iktidar fazlalığı. Bu kriz derinleştirilirse, çatışmanın toplum-devlet yörüngesine kayması muhtemel. Bu nedenle, norm koyma yetkisini elinde tutanlar, eğer -iktidarlarını pekiştirme ya da anayasal denge mekanizmalarını sayısal çoğunlukla aşma niyetinde değil- Türkiye’yi ileriye götürme hedefinde samimi iseler, şimdilik yasa ile yetinsinler!

Yoruma kapalı.