“ ANAYASA : TÜRKİYE / YURTTAŞLARI VE GELECEĞİ İÇİN… ”

- Devamı için tıklayınız -

“Misak-i Milli” kavramının büyülü anlamı ile okumaya başladık; hepimiz, “Misak-ı milli sınırları”nı koruma uğruna can vermeye hazır yurttaşlar olarak yetiştirildik. Fakat, “sınırlar içersinde” kalan alan olarak ülke ile pek ilgilenmedik. Daha doğrusu, ülkeyi dışa karşı savunma görevi, biz yurttaşlara verildi. Bizim koruma alanımızda yer alan ülke üzerinde “tasarruf yetkisi”ni ise, “oy hakkı”! yoluyla temsilcilerimize devrettik. Bunun anayasa diliyle anlatımı şu: bağımsızlığın bekçileri biz yurttaşlar (Mehmetçikler); egemenlik yetkimizi belli kişi ve gruplara devrettik. Yani, dışa karşı korumakla yükümlü olduğumuz ülkeyi, “yönetici” adı verilen azınlık grubuna teslim ettik.

Ülkenin dışa karşı korunmasında, yani ulusal savunma bakımından Cumhuriyet Türkiyesinde ciddi sorunlarla karşılaşmadık. İçeride ise, temsilciler, seçilme nedenlerinin topluma ve ülkeye hizmet olduğunu unutarak daha çok “iktidar kültü” yaratmayı yeğlediler. Bu nedenle, toplumsal barışı sağlayamadılar. Ülke ise, -tarihi, kültürel ve doğal değerleri yönüyle- berbat edildi; doğrudan çoğunluğu elinde tutan siyasal güçler ve/ya -yabancılar dahil- iş ve sermaye çevreleriyle işbirliği yoluyla.

Bunu yaparken, çok eleştirdiğimiz ve yerine yenisini hazırlamaya çalıştığımız yürürlükteki Anayasa’nın da gerisine düştüler. Anayasa’ya aykırı yasaları ayıklamadıkları için, uygun olanları da amaçları doğrultusunda uygulamadıkları için, çoğu zaman 1982 Anayasasının da gerisine düştüler.

Bu saptama, ülke için olduğu kadar, toplum ve -siyasal örgütlenme olarak- Cumhuriyet için de geçerli. Bu soruna öncelikle değineceğim.

Sonra, yeni anayasanın üç boyutu ve anlamı üzerinde birkaç kısa gözlem yapacağım.

Nihayet, yeni anayasanın yapım sürecine dikkat çekeceğim.

I.- ANAYASA GERİ, YASALAR DAHA GERİ, UYGULAMA İSE HER İKİSİNİN DE GERİSİNDE…

Bilindiği gibi 1982 Anayasası, ilk şekliyle yaklaşık beş yıl kadar uygulanabildi; 1987’den 2010’a kadar, sürekli değiştirildi. Bu değişiklikler, iki grupta toplanabilir:

-1987’den 2004’e kadar gerçekleştirilen değişiklikler, daha çok hak ve özgürlükler üzerinde yoğunlaşmaktadır.

-2007 ve 2010 değişiklikleri ise, daha çok anayasal kurumlar ve bunların işleyişine ilişkindir.

İlk grupta yer alanlar içerisinde özellikle 1995 ve 2001 değişiklikleri, 1982 metninde yer alan yasaklayıcı ve sınırlayıcı birçok kuralı, hak ve özgürlükler lehine yeniden düzenledi. Fakat, uyum yasaları bugüne kadar tamamlanmadığından, anayasal iyileştirmeler amacına ulaşamadı. Bu nedenle, Anayasa’ya aykırı veya uygun olmayan birçok yasa, 2011’de de yürürlükte olup, bunlar hak ve özgürlüklerin sınırlanması ve yasaklanmasına neden olabilmektedir. Seçimlere, sendikalara, siyasal partilere, toplantı ve gösterilere ilişkin yasalarda Anayasal kurallara ve bunların belirlediği ölçütlere aykırı yüzlerce madde yürürlükte bulunmaktadır.

Uygulama ise, yürürlükteki yasaların da gerisine düşmektedir. Gerçekten, öğrencilerin, işçilerin, memurların, çevresine ve ülkesine sahip çıkan (HES örneği) yurttaşların, toplantı, gösteri ve yürüyüş özgürlüklerine kamu makamlarının sıkça ve zor kullanarak müdahaleleri, çoğu zaman yürürlükteki yasalara aykırı olup, keyfi ölçülere varmaktadır.

Yasaları, Anayasayı ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslar arası sözleşme ve antlaşmaları en çok ihlal eden anayasal kurumların başında Hükümet, idare organları ve kolluk güçleri gelmektedir. Yargı organları da ihlaller zinciri içerisinde yer almaktadır. Özel yaşam özgürlüğünden haberleşmenin gizliliğine, düşünce ve ifade özgürlüğünden kişi güvenliği ve özgürlüğüne kadar anayasal temel hak ve özgürlüklerin farklı biçimlerde ihlali, neredeyse sürekli bir hal almış bulunuyor.

Bu konuda düşündürücü olan, hak ve özgürlük ihlallerinin ülkemizde giderek neredeyse kanıksanır uygulamalar haline gelmesi ve bu süreçte Avrupa denetiminin varlığının göz ardı ediliyor olmasıdır.

Bu saptamalar, iki nedenle çok önemli: yürürlükteki Anayasa’ya saygı bakımından ve yeni anayasaya giden yolu açmak bakımından.

A) Yürürlüktekine saygı neden önemli?

Yeni anayasa yapımı zaman alacağından, yürürlükte olan anayasal kuralları elden geldiğince insan hakları lehine yorumlamak ve uygulamak önem taşımaktadır. Bunun için, Anayasa’nın, zamanın değişen koşullarına ve özgürlükler lehine yorumlanması gereği açıktır. Anayasa’da gerçekleştirilen iyileştirmelerin, böyle bir yorumu kolaylaştırıcı özelliği belirtilmelidir. Çünkü, bazı anayasa hükümleri, anayasa bütününü ilgilendirmektedir. Madde 13, bunun tipik bir örneğini oluşturmaktadır: 2001 değişikliğinde bu madde, hak ve özgürlükler için “çifte sınırlama” maddesi olmaktan çıkarılarak bir “güvence maddesi” olarak yeniden yazıldı. Bunun sonucu olarak, TBMM, hak ve özgürlüklere yasa yoluyla sadece Anayasa’da yazılı nedenlerle, Anayasa’nın sözüne ve özüne uygun olmak kaydıyla sınırlamalar getirebilecektir. Ancak bu sınırlamalar, şu dört ölçüte uygun olmalıdır:

-demokratik toplum gerekleri,

-ölçülülük,

-hakkın özü,

-laik Cumhuriyet.

13. maddenin belirlediği çerçeve, bütün anayasal hak ve özgürlükler için olduğu kadar Cumhuriyet’in organları için de geçerli ve bağlayıcıdır. Ne var ki, yürürlükteki birçok yasa ve bunlar içerisinde yer alan yüzlerce madde, aktarılan 4 kriterden birine, ikisine, üçüne ve bazen de hepsine aykırıdır.

B) Yeni anayasa yolu…

Belirtilen saptama; yeni anayasaya giden yolu oluşturmak bakımından önemlidir. Bu sadece teknik bir konu değil, aynı zamanda bir hukuk kültürü, hatta bir anayasa kültürü sorunudur. Eğer yürürlükteki anayasa hükümleri sıkça ihlal ediliyorsa, bu olumsuzluk, yeni anayasaya olası saygı sorununu da gündeme getirmektedir. Başka bir deyişle, yürürlükteki Anayasa’nın saygı görmediği bir toplumda bunun yerine konacak olan yenisi nasıl saygı göreceği sorunu görmezlikten gelinemez.

O nedenle, yürürlükteki anayasaya saygı, yeni anayasaya giden yolda içtenlik ölçüsüdür.

Bu test, öncelikle, Anayasayı uygulamak konumunda bulunan devlet organları için geçerlidir.

Sonra, anayasal kurumların yanı sıra, yeni anayasa için girişimde bulunan ve bu yönde çalışmalar yapan ilgili kesimler de, böyle bir sınavın muhatabıdır. Örneğin, yeni anayasa için yazı, rapor ve taslaklar yazarak, toplantılar yoluyla emek harcayan anayasacılar (veya hukukçular) için, 1982 Anayasası’nın özgürlükçü maddelerine aykırı yasalar ve güncel uygulamaları eleştirmek, bir tutarlılık sorunudur. Mesela, 13. Maddeye aykırı olan (yasama seçimleri için) %10 baraj uygulamasına veya konuşma ve yazıları nedeniyle gazetecilerin mahpus edilmelerine karşı çıkmayan bir anayasacı, “yeni anayasal düzen, insan haklarına dayanan demokratik bir hukuk devleti inşa edecek”, diyebilir mi? Ya da dese bile, bu inandırıcı olabilir mi?

Nihayet, yeni anayasa isteyen yurttaşların da, yürürlükteki anayasaya saygı sorununu kendilerine dert edinmeleri gerekir. Şu soru yeterli fikir verebilir: yürürlükteki Anayasa’nın özgürlükçü ilke ve kurallarının ihlaline seyirci kalan yurttaşlar, yenisini ne ölçüde sahiplenebilir?

II.- ÜÇ BOYUTLU ANAYASA TASARIMI: ÜLKE / TOPLUM VE CUMHURİYET

Yeni anayasa tasarımı nasıl olmalıdır? Yeni anayasa, Türkiye Anayasası olarak, öncelikle “ülke”yi korumaya ilişkin düzenlemeyi yansıtmalıdır. Sonra, bu ülkede yaşayan insanların bugünü ve ortak geleceğini düzenlemelidir. Nihayet, ülke ve yurttaşlar üzerinde anayasayı uygulayacak olan ve buna genel saygıyı sağlayacak olan siyasal örgütlenmeyi, yani Türkiye Cumhuriyeti düzenlenmelidir.

A) Ülke

Dış düşmanlara karşı koruma anlayışına göre kurgulanmış anayasal yapı, 21. Yüzyılda, ülkenin doğal yapısını ve çevresel özelliklerini korumaya kaymış bulunuyor. Burada, ihtiyaçlar ve “sürdürülebilir gelişme” kavramı öne çıkıyor. Türkiye, doğal kaynaklar ve çevresel değerler olarak sürekli tahrip edilmektedir. Devlet organları, ya doğrudan çevreyi bozan eylemlerde bulunuyor veya bunu özel kuruluşlar yoluyla yapıyor ya da önlem almayarak doğal ve çevresel kaynak ve değerlerin yok edilmesine seyirci kalıyor. Sözün özü, ülkemizin tarihsel, kültürel ve doğal mirası giderek tüketilmekte, hatta yok edilmektedir. Bu nedenle, ülke, bütün bu değinilen öğeleriyle ve “sürdürülebilir gelişme” anlayışı doğrultusunda yeni anayasada düzenlenmeli; bunları koruyucu kural ve kurumlar öngörülmelidir.

Unutmamak gerekir ki, ülke, bizlerin ve gelecek kuşakların yaşam kaynağıdır; nitelikli bir yaşam ancak nitelikli bir ülkede mümkün olabilir.

B) İnsan

Anayasa, toplumun dayandığı temel değerler olarak İnsan haklarını bütünsel bir yaklaşımla düzenlemeli; güvence ölçütlerini ve mekanizmalarını ayrıntılı olarak öngörmelidir. İnsan hakları alanında günümüz dünyasında evrensel ilkeler giderek yaygınlaşmakta ve bunları anayasalara yansıtmak önem taşımaktadır. İnsan hakları, artık sadece insanlar arasındaki veya insanın mesleki yaşamını sürdürdüğü örgüt ve kuruluşlarla olan ilişkileri açısından değil, aynı zamanda insan-çevre ilişkilerinde geçerlidir.

C) Devlet

Yeni anayasanın üçüncü boyutu olarak siyasal örgütlenme, ülke ve insana ilişkin düzenleme ve amaçların gerçekleştirilmesini sağlama aracıdır. Bunun en gelişmiş şekli hukuk devletidir. Yasama, yürütme ve yargı organlarının düzenlendiği ve yargının bağımsız olduğu bir işbölümü çerçevesinde yapılan bir ayrım ve fren/denge mekanizmaları geçerlidir.

Yeni anayasanın belirtilen her üç boyutu, 1982 Anayasasının sorunlu alanlarıdır. Bu nedenle, yeni düzenleme, mevcut sorunları çözmek amacıyla gerekli yeni kuralları, yeni kurumları ve yeni fren / denge mekanizmalarını içermelidir.

Aslında bu öğeler, “toplum-anayasa ilişkisi” üzerine yapılacak sorgulamayı ortaya koyar. Yeni anayasayı hangi toplum için istediğimiz öne çıkıyor burada.

Şimdi ele alacağım son başlık ise, doğrudan “anayasa zamanı”, dolaylı olarak “anayasa mekanı” kavramları üzerine ipuçları da sağlayacaktır.

III.- İHTİYAÇLAR / YAPIM TARZI VE UYGULAMA

Önce, 1982 Anayasası’nın yapıldığı ortam ve koşulları hatırlayalım: 12 Eylül 1980 darbesinin ürünü olan 1982 Anayasası, olağanüstü ortam ve koşulların damgasını taşımaktadır.

A) Neden yeni anayasa?

Gerçi, 1987’de başlayan ve 2010’a kadar süren değişikliklerle Anayasa metni, değişime uğradı, farklılaştı ve başkalaştı. Ne var ki, Anayasa’nın temel felsefesi ve özü genel çizgileriyle devam etmektedir. Türkiye ve Dünya çok değişti. Mesela, özellikle “Sovyetler Birliği ve komünizm korkusu”, 1982 metninin şekillenmesinde etkili olmuştu. Aradan geçen zaman diliminde, Sovyetler Birliği tarihe karıştığı için, bir yandan, farklı anayasa gelenekleri birbirine yakınlaştı; ama öte yandan, ulus-üstü (veya ötesi) anayasa olgusu ile ulus-altı gelişmeler, anayasacılık hareketlerinde çeşitlenme ve farklılaşmalara da yol açtı.

Bu arada, Afrika’da, Asya’da ve Güney Amerika’da birçok devlet anayasasını yeniledi. Türkiye’nin içinde yer aldığı bölge itibariyle, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Balkanlardan Kafkaslara kadar birçok devlet, 1990’lı yıllarda anayasalarını yeniledi. Magrip’ten Maşrik’e uzanan Akdeniz şeridinde ise, anayasal rejime geçiş süreci, 2011’in en önemli siyasal ve anayasal olayıdır.

Bu gelişmelerin damgaladığı “anayasal çağ”, 1982 Anayasası’nın yeni baştan ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Bu metnin zaafı, iki açıdan ele alınabilir:

1.- Psikolojik: 1982 Anayasası, ne kadar değişirse değişsin Türkiye halkının olumsuz algısı devam ediyor. Bunda, 12 Eylül dönemi uygulamalarının payı göz ardı edilemez. Dışarıdan bakışta da benzeri algılama olduğundan, yabancı ülkelerde yayımlanan anayasa hukuku kitapları, kimi zaman geçirdiği değişikliklerden sözetmeksizin, 1982 için “askeri rejim tarafından yapılan anayasa” deyimi kullanılmaktadır.

2.- Anayasal özellikler: bir anayasa metni, “hak ve özgürlükleri güvenceleme” amacıyla konan kurallar ve kurumlar tarafından belirlenir; ama bunlar, “anayasal fren ve denge mekanizmaları” bağlamında anlam kazanır. Bu bakımdan 1892 Anayasası;

a) devlet içi organlar bakımından, yargı ve yasama karşısında “yürütme” organına öncelik tanımıştır.

b) merkez / çevre ilişkisi bakımından, merkeze ağırlık vermiştir.

c) devlet /toplum ilişkilerinde ise, devletin (ve yöneticilerin) topluma üstünlüğü şeklinde ortaya çıkmıştır.

İşte, tersine döndürülmüş olan bu fren ve denge mekanizmalarını, “insan haklarına dayanan demokratik devlet” yörüngesine oturtabilmek için 1982 Anayasası’nı yenilemek gerekir.

B) Kim ve nasıl yapacak?

1982 Anayasası yerine yeni bir anayasa konacak. Ama bunun yol ve yöntemi belli değil. Neden? Çünkü, Anayasa md. 175, Anayasa’yı değiştirmeye ilişkin usul kurallarını koymakta; md. 4 ise, değiştirilemeyecek maddeleri belirlemektedir. Bu açıdan, 1982 Anayasası, -İsviçre Anayasasında olduğu gibi- toptan değil, “ kısmen yenileme” yolunu açık tutmaktadır. Bunun anlamı, tümüyle yenileme yolunun kapalı olduğu değildir. Bu yolun açılması da yine yürürlükteki Anayasa’nın 175. Maddesinde yapılacak değişiklikle mümkündür. Bunun anlamı şudur: 1982 Anayasası, kendisini yürürlükten kaldıracak olan metne giden kapıyı yine kendisi aralayacaktır.

Burada dikkat edilmesi gerek nokta, bu geçiş sürecinin iki boyutunun bulunduğu:

1.- hukuki: izlenecek olan usul kurallarını belirlemek.

2.- siyasi/demokratik: elden geldiğince geniş bir katılım yoluyla uzlaşma ortamını yaratmak, toplumun bugünü ve geleceğine ilişkin sorunlar üzerine oydaşma (consensus) sağlamaya yönelik bakış açısını hep göz önünde tutmak.

C) Uygulamayı etkileyecek…

Yeni anayasayı yapım yöntemi ile içeriği arasında doğrudan ve sıkı bir ilişki var. Kimin ve hangi yöntemle yapacağı sorusu, aynı zamanda nasıl bir içerikte anayasa yapacağı konusunda fikir verir. Kuşkusuz, bu yöntemin en demokratik yöntem olması temenni edilir. Bu bakımdan, “halkla başlayıp halkla bitirmek” şeklinde bir belirleme yapılabilir.

Yapım tarzı, anayasanın etkili bir biçimde uygulanması için önem taşımaktadır. Ne kadar toplumun geniş kesimlerinin katılımı ve saydam bir yöntemle hazırlanırsa, anayasayı sahiplenme derecesi o ölçüde artar. Aynı şekilde uygulanması da etkili olur.

Anayasanın toplumsal mutabakat metni olması veya uygulandığı toplumun ortak kimlik belgesi olması, “yapım-içerik ve uygulama” aşamalarının birlikte gözetilmesi ölçüsünde mümkündür.

Anayasa, çoğunluğu elinde tutsa da, bir siyasal partinin eseri olamayacağı gibi, sadece TBMM’de temsil edilen partilerin de eseri olamaz. Hele hele, % 10 baraj gibi, hem “oy hakkının özü”nü ihlal eden, “ölçülülük ilkesi”ni hiçe sayan, “demokratik toplum gerekleri”ne aykırı olan, hatta “laik Cumhuriyet” ilkesine de yabancı bulunan bir uygulama sonucu oluşan bir yasama meclisi, tek başına yeni bir anayasa yapamaz, yapmamalıdır.

Ama bu Meclis, yeni anayasaya giden yolu açmalıdır. “Anayasa Meclisi” adıyla oluşturulacak bir paralel organ, yeni anayasayı, bugüne kadar gerçekleştirilen ve çoğu “sivil inisyatif”li olan çalışmaları da dikkate alarak, toplumun farklı kesimlerinden gelecek önerileri saydam bir biçimde tartışarak, kendisine tanınacak bir yıl gibi bir süre içerisinde yazmalı ve bu metin, TBMM tarafından halkoyuna sunulmalıdır. TBMM, bu arada yoğun gündemi gereği yasama çalışmalarına devam etmeli ve yukarıda değinildiği gibi yeni anayasaya giden ortamı oluşturmalıdır.

Unutmamak gerekir ki, anayasa, siyasal partilere indirgenebilecek bir metin olmadığı gibi, sadece bugünkü kuşakların değil, aynı zamanda ve daha çok gelecek kuşakların belgesidir. Bu nedenle, yeni anayasa hazırlık çalışmalarını, hem partiler-üstü, hem de kuşaklar ötesi bir metin ve süreç olarak değerlendirmek gerekir. Çünkü, ihtiyacımız olan, bütün yurttaşların üzerinde özgürce yaşayabilecekleri bir ülke anlayışıyla hazırlanabilir ancak; bu, bugünden çok, gelecek kuşaklara nasıl bir ülke bırakacağımızla ilgili bir sorundur. Bu nedenle, yeni anayasayı yapma yöntemi, güncel iktidar çekişmelerinin belirleyici olduğu parlamento aritmetiğini aşan bir yaklaşımı gerekli kılmaktadır.

24. dönem TBMM’nin oluşum tarzı, yeni anayasa yapımından çok, 1982 Anayasasında yeni bir değişikliğin daha muhtemel olduğu izlenimini veriyor.

Yoruma kapalı.