26-27 Ekim, yer: Columbia Üniversitesi, konu: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS), taraf devletlerde ne kadar kabul gördü? İHAS’a uyum süreci hangi aşamada? Üç ölçüt: direnme, eşgüdüm, uyarlama… Eski üyelerin hepsi var: Almanya, Birleşik Krallık, Belçika, Fransa, Türkiye, Yunanistan… yenilerin ise başlıcalari: Rusya, Ukrayna, Polonya, Slovakya… Ulusal raporlar, ülkeler eşleştirilerek karşılaştırmalı bir incelemeye dayalı; Almanya-Fransa, İtalya-İspanya, Türkiye-Yunanistan gibi… Hepsi için geçerli “ortak payda”\ar arandı. Aslında, tam bir yıl önce Zürih’te tartışılan konu da aynı idi (bk.”Avrupa Ortak Değeri”, BirGün, 1.11.06). Son aşamaya gelmiş haliyle tartışılan raporlar, ‘de yayınlanacak kapsamlı ortak yapıt malzemesi. Böylece, Amerikalı ve İsviçreli iki meslektaşın hazırladığı sentez yazılarının çerçevesi de çiziliyor.
Türkiye-Yunanistan arasında İHAS’ın ilk dönemindeki benzerlikler, son on yıllarda yerini farklılıklara bırakıyor. İHAS’ı onaylayan ilk devletlerden olan iki komşunun tercihinde, soğuk savaş ortamı yönlendirici. Fakat, iç hukuk düzeni bu ulusal-üstü belge doğrultusunda gözden geçirilmediği için, İHAS’ın etkisi daha çok kâğıt üzerinde. Askerî darbeler, iki ülkenin “ortak kader”] …
Yunanistan, 1975’te eski dönemle hesaplaşarak demokrasiye geçiyor. Türkiye ise, ancak askerî vesayet altında ’83’te normalleşmeye başlıyor. 1987’den bu yana Anayasa’yı iyileştirme ve Avrupa Konseyi ile bütünleşme çabaları, demokrasiyi insan hakları temelinde pekiştirme süreci değil mi?
Son yıllarda her iki devlet, İHAS’ı ihlâl ettiği için İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) tarafından sıkça mahkûm edilmekte. Hatta Yunanistan aleyhine verilen kararlar, nüfusa oranla daha kabarık. Ne var ki, nitelikte farklılık baskın. Türkiye davalarının Güneydoğu ve Kıbrıs sorunu nedeniyle kendine özgü durumu dikkat çekici. Ancak asıl ayrılma noktası, ülkemize özgü yapısal, uygulamaya ve zihniyete ilişkin sorunların insan hakları uluslararası standardı ile bağdaşmadığı saptamasında düğümleniyor. Üniter devlet anlayışının yansıması olan “ulusal kimlik” sorunu, başlıca kırılma noktası…
Taraf devletlerin Sözleşme’yi içselleştirme derecesi üzerine yapılan genel tartışma, Anayasal, yapısal ve zihniyete ilişkin sorunlar, benzeşme ve ayrışma eksenine göre irdeleniyor. Hedef, devletler için ortak paydalar arayışı. Örneğin, Rusya ve Ukrayna, başından beri bu ortak paydanın dışında tutulduğu halde, Polonya için böyle bir dışlamaya gerek görülmüyor. Ne var ki, bu ayrımda Türkiye’nin yeri ciddi biçimde sorgulanıyor. Böyle bir toplantıda, ülkenizin ortak payda içerisinde yer aldığını savunsanız da, hareket esnekliğiniz kısıtlı.
Çünkü, İHAM kararları, taraf devletin insan hakları karnesini yansıtır. Bu karnenin arka plânını deşme şansı da, ihlâller zincirinin “mağdur”lar halkasında yer alan bir kişi için kolay olmasa gerek. Hele hele görülmekte olan ve görülecek davalardan muhataplarınız haberdar ise, bu iş daha da zorlaşır. Üstelik, Hükümetinizin insan hakları ölçütü, fikir suçu yaratılıp yaratılmadığı noktasında değil, sanıklarının hapse konup konmamasıyla sınırlı ise, görünen köye kılavuz aramaya da gerek kalmıyor…
Türkiye, ciddi bir süreçten geçiyor. Hatta bazılarına, o kadar sorunla boğuşurken insan haklarından söz etmek bir abartı olarak görünebilir. Ama tam tersine, insan haklarını ilerle-tebilme ölçüsünde göreceli hale gelecek olan diğer sorunların çözümü de kolaylaşır.
Bu şekilde “insan onuru”na yaraşır bir toplum, uluslararası mekânda da onurlu bir muamele görür. Amerika’lı meslektaşların Avrupa sistemine ilgisi açık. Kuşkusuz, New York’ta, Amerika kıtasında geçerli insan hakları koruma sistemine ABD’nin mesafeli duruşunu tartışmak daha ilginç olabilirdi.
Tam tersine, Avrupa tablosu içinde Türkiye gerçeği ile bir kez daha yüzleşmek, hem de Amerika’da, acı verici. Türkiye, insan haklarını yalnızca Avrupa Birliği ile ilişkilere indirgeme yanılgısından henüz kurtulabilmiş değil. Oysa, -AB’li ya da AB’siz-asgari bir insan hakları standardı (‘hayır, ondan daha aşağısı olamaz’ diyebileceğimiz bir eşik) oluşturmak yaşamsal önemde. Bu, aynı zamanda “ortak iyilik” hedefinde kırılma halkalarını onarıcı ve “ortak kimlik” yönünde toplumu dönüştürücü bir araç olabilir.