“ANKARA KATLİAMI”’NA HUKUKİ YAKLAŞIM
10 Ekim Ankara katliamı üzerine, komplo teorileri bile üretildi. Bu yazıda öne çıkan iki yanlış bilgiye dikkat çekilecek: başka saldırılarla karşılaştırma; sorumluluk ve istifa.
Tarihimizin en büyük katliamı ardından Hükümet edenlerin sorumsuz açıklamaları ve kolluk güçlerini kullanma tarzı, aslında “sorumlu kim?” yanıtı için somut malzemeler sunuyor. Bir kısım medya ise,“muhalifin yaşam hakkını yok etmeyi meşrulaştırma” işlevini üstlenmiş görünüyor.
… DİĞER SALDIRILARDAN FARKLI
“Daha önce de büyük saldırılar oldu (Anafartalar saldırısı gibi); Bolonya, Madrid ve Paris saldırılarını hatırlayalım” vb. karşılaştırmalar yapılarak, “işte saldırı her zaman ve yerde oluyor; bunların önüne geçmek kolay değil” demek isteniyor.
Bu tür terör saldırıları, genel anlamda toplu güvenlikle ilgili. Hedef kitle daha çok kamusal alandaki kalabalıklar: mağazalar, meydan ve parklar, metro ve toplu taşıma araçları gibi. Önlenmesinde, istihbarat ve genel güvenlik arasında doğrudan ilişki var.
Ankara’daki ise çok farklı. Neden? Çünkü bu önceden plânlanmış bir toplantı: Demokratik kitle örgütleri ve paydaşları öncülüğünde on binlerce yurttaş, anayasal özgürlüklerini kullanmak için Ankara’ya gelmeden önce, Valilik ile Emniyet Müdürlüğü’ne önbildirim yapıldı. Toplantının büyük katılımla yapılacağı biliniyor ve düzenleyiciler günlerdir bu amaçla hazırlık yapıyordu.
Bildirimin amacı, hak öznelerine dışarıdan olası saldırı riskine karşı, bu özgürlüğün kullanılması için kamu makamlarının gerekli önlemleri alması.
Olay, iki aşamalı tahlil edilebilir: canlı bombaların kaynağına ilişkin ülke genelindeki güvenlik önlemleri ve “Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi”ne ilişkin güvenlik önlemleri.
Ankara ile sınırlı kalınarak, ikili sorumluluk ve yükümlülük vurgulanmalı: toplantı ve gösteri düzenleyicileri için, kamu düzenini bozucu davranış ve eylemlerden kaçınmak; Ankara Valiliği ve Emniyet Müdürlüğü için ise, katılımcıların güvenliğini sağlamak.
KOLLUK GÜCÜNÜ AMACI DIŞINDA KULLANMA…
Bu çerçevede, Valilik ve Emniyet Müdürlüğü, önbildirim anından itibaren, ne tür hazırlık niteliğinde zaman ve mekân bakımından hangi işlem ve eylemleri yaptı? Kaç polis görevlendirdi?
Buna karşılık, önceki gün katliamı kınama yürüyüş ve basın açıklamalarını engellemek ve bastırmak amacıyla İstanbul’da birlerce polise mesai yaptırıldı…
Bu nedenle, Ankara’da, hiyerarşik amir olarak “İçişleri Bakanı sorumlu değil” diyenler, onun ne yaptığını, yani hangi önlemleri aldığını/aldırdığını ortaya koymalı.
O zaman, yapılması gerektiği halde hangi işlemlerin yapılmadığı anlaşılır. Başlıca dört olasılık:
-kasıt var: toplantı paydaşları göz önüne alınarak, seyirci tavır benimsendi.
-ağır bir hizmet kusuru söz konusu,
-ihmal var,
-gerekli önlemler alındı; ama yeterli olmadı.
İçişleri Bakanı, basın toplantısında bunları açıklayamadığına göre hemen istifa etmeliydi. O durumda, hiyerarşik düzende sorumluların ortaya çıkarılması daha kolay olurdu. Aksi yöndeki tavır, “yetersizlik/ihmal/kusur/kasıt” zincirini örtmeye yönelik iç çalışmaların yapıldığı kuşkusunu pekiştirdi. Ankara Emniyet Müdürlüğünde 4. Gün görevden almalar, sıralanan 4 olasılıktan ilk ikisi üzerinde odaklanma gereğine işaret ediyor.
GÖREVDEN ALMA VE İSTİFA
Anayasal geçerliliği bulunmayan ve karşılaştırılabilir olmayan sorumsuzca açıklamaların sadece ikisi:
-“Bağımsız bakan” görevden alınabilir mi? Tabii alınabilir (Any., m. 109). Görevden almaya yetkili iki zat, tam tersine onu koruyucu beyanlarda bulunmasaydı, şimdiye kadar istifa etmiş olurdu. Bakan hakkında, TBMM’de gensoru önergesi verilmeli…Bakana hesap sorma yeri, “sanık sandalyesi”.
-“Parti başkanları neden istifa etmiyor?” Seçimde başarılı olamayan parti başkanının istifası ile Ankara’nın kalbinde tarihimizin en büyük katliamının ardından İçişleri Bakanının istifası, tamamen farklı konular. Siyasal, hukukî ve cezaî bakımdan, “görev+yetki+sorumluluk”, Bakan’ın konumunu belirler. Oysa, muhalefet parti liderleri, bu halkanın dışında yer alır. Bu nedenle, Bakanı koruma azminde kusur etmeyen Başbakan ve Cumhurbaşkanı da sorumlu…
Sonuç olarak; “Emek, Barış ve Demokrasi” adına anayasal hak ve özgürlüklerini kullanan (ve görüş olarak iktidara muhalif olan) onlarca kişinin hayatını kaybetmesini ve yüzlerce kişinin yaralanmasını önlemeyenlerden hesap sorulamaz ise eğer, bırakın bu topraklarda barışı sağlamayı, ne demokrasinin “D”sinden söz edebiliriz; ne de hukuk devletinin “HD”sinden…
Yaşamını yitirenlere saygı ve yaralılara esenlik dileklerimle (BirGün, 15 Ekim 2015).